T.C. İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
2013-2014 Akademik Yılı
ULUSLARARASI (KAMU) HUKUKU – II:
Bahar Yarıyılı BÜTÜNLEME
Sınavı ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 16 Haziran
2014
SORULAR:
1. Lara, 'A' devletinin
vatandaşıdır ama kendi ülkesinde 'B' devletindeki hükümete karşı çıkmaktadır.
Lara, 'B' devletinin bazı alanlardaki hükümet politikasını eleştiren bir
internet sitesi kurar. Bu sitede, 'B' devletinin yüksek düzeyli hükümet
görevlilerinin kişisel bilgilerini açıklamaya başlar. Ancak bir gün 'B'
devletine yaptığı bir ziyaret sırasında, tutuklanır ve
a. 'B' devleti hükümeti aleyhine propaganda yapmak,
b. 'B' devleti hükümeti görevlilerine saldırıları, bu kişilerin
saldırganlara yardımcı olacak şahsi bilgilerini ifşa etmek yoluyla, teşvik
etmek ile suçlanır.
Lara'ya isnat edilen bu tür suçlardan ötürü 'B'
devleti hangi ilkelere dayanarak yetki iddia edebilir? Açıklayınız.
ÇÖZÜM ÖNERİSİ:
B devletinin
yetkisi, onun egemen eşitliğinden
kaynaklanır. Onun kendi ülkesi
içerisindeki kişiler, mallar ve durumları düzenleme güçünün ifadesidir. Ancak
devletler ulusal sınırlarının dışına taşan olaylar ve kendi tabiyetindeki
kişiler üzerinde ülke-ötesi yetkilere
sahiptir. Bu tür durumlarda, birden fazla devletin yetkisi doğabilir ve aynı
davranışa uygulanacak kendi kanunları olabilir.
Devletin
yetkisinin Türleri:
ABD'nin Dışilişkiler Hukukunun (Üçüncü) Yeniden Beyanı, a.) kural
koyma,
b.) yargılama ve
c.) icra
yetkileri olarak bir ayırım içerir.
1935 tarihli Harvard Araştırması Sözleşme Taslağı ise, devleti
yetkisini 5 temel ilkeye dayandırmıştır:
a.) Ülkesellik
ilkesi,
b.) Tabiyet
ilkesi,
c.) Koruma veya
güvenlik ilkesi,
d.) Pasif
kişisellik ilkesi ve
e.) Evrensellik
ilkesi.
Uluslararası
hukuk alanında yetki meselesi, genellikle bir devletin yabancı tabiyetler
üzerinde veya devletin kendi ülkesinin ötesinde meydana gelen eylemlere ilişkin
cezai yetki icra etmeye teşebbüs
ettiğinde ortaya çıkar.
Olayımızdaki durumda budur:
Bir yabancı
devlet vatandaşının B devletinin hükümetine karşı internet sitesi yoluyla
muhalefet yaparak, hükümet aleyhine propaganda yapmak ve hükümet görevlilerine
karşı saldırıları internet yoluyla teşvik etmek suçları üzerinde yetki iddia
edilmektedir.
B devleti, tabiyet ilkesine
dayanak A devletinin vatandaşı olan Lara üzerinde yetki iddia edemez. Çünkü
yabancı devlet vatandaşı olarak, A devletine sadakat duyması beklenemez.
B devleti, evrensellik ilkesine
dayanak A devletinin vatandaşı olan Lara üzerinde yetki iddia edemez. Çünkü
Lara'ya isnat edilen suçlar, korsanlık, köle ticareti, soykırım, insanlığa
karşı işlenen suçlar, savaş suçları veya işkence suçları türünde uluslararası
kamu düzenini ihlal ederek, uluslararası toplumu mağdur eden ağır suçlardan
değildir.
Ancak B devleti, ülkesellik ilkesine
dayanarak yetki iddia edebilir mi? Bunun için kendi ülkesi içerisinde bulunan
bütün kişi ve olaylar üzerinde mutlak ve münhasır yetkiye sahiptir. Lara'nın B
devletini ziyareti, onu B devletinin yetki alanı içerisine soktuğu ve
tutuklanmasını mümkün kıldığı şüphesizdir. Ancak bu fiili durumun isnat edilen suçlar
bakımından B devletinin yetkisini meşrulaştırıp meşrulaştırmadığı üzerinde
halen şüpheler vardır. O yüzden objektif
ülkesellik prensibi altında, çare aranabilir: buna göre,
suçun tamamlandığı veya etkisini gösterdiği ülkenin devletinin yetkisi doğabilir.
Örneğin Lotus-Bozkurt Davası (1927).
Bu durumda internet yolu ile işlenen suçların niteğinin tartışılması gerekir.
B devleti için
yetki iddiasının bir başka olası dayanağı ise, pasif kişisellik ilkesidir. Buna göre devlet,
gerçek veya potansiyel mağdurun vatandaşlığı esasını dikkate alarak yetki iddia
eder. Böylece yabancı ülke olan A devleti ülkesinde yabancı devlet vatandaşı
olan Lara tarafından işlenen, ancak kendi vatandaşlarını etkileyen veya
muhtemelen etkileyebilecek eylemlerin suç sayılması halinde, B devleti yetki
iddia edebilecektir. Buna en iyi örnek olarak, Cutting Davası (1886)
[Moore, Digest of International Law, Vol.II, Washington, 1906, s.228] Mr Cutting,
Amerikan vatandaşı, bir Meksikalı aleyhine itibarını zedeleyici bir beyanı
Amerika'nın Texas Eyaleti'nde yayınlanan bir gazetede yayınlar. Daha sonra,
Meksika'ya geldiği bir sırada tutuklanır ve kendisi Meksika hukuku uyarınca suç
teşkil eden bir eylemden ötürü yargılanır ve hüküm verilir. Meksika, pasif
kişisellik ilkesine dayanarak, yargılama yetkisine hakkı olduğunu iddia
etmiştir. ABD ise, buna şiddetle karşı çıkmıştır. Daha sonra Amerikalı Yargıç
Moore, Lotus-Bozkurt Davasındaki karşı oy şerhinde bu prensibi yine ağır bir
şekilde eleştirmistir. Çünkü Moore'a göre, Türk vatandaşına karşı suçun
işlendiği yerde zaten Türk Ceza Kanunu yetkiyi öngörmüş idi. Daimi Adalet
Divanı ise, davada bu hususa değinmemiş ve daha çok objektif ülkesellik
ilkesine dayanmıştır. Pasif kişisellik ilkesi, 1935 Harvard Araştırma
Sözleşmesi Taslağında, devletlerin uygulamasında destek görmediği gerekçesi
ile, uluslararası teamül hukukunun bir parçası olarak görülmemiştir. Ancak ABD
tarafından terörizm ile savaş bağlamında benimsenmiş ve yaygın olarak
kullanılmaktadır. Achille Laura
Davası (1985) ve Alvarez Machain
Davası (1992) bunun diğer örnekleridir.
B devleti için yetki iddiasını dayandırabileceği bir
diğer esas ise, koruma veya
güvenlik ilkesidir. Buna göre B devleti kendi güvenliği,
bütünlüğü ve ekonomik menfaatlerine halel getirdiği düşünülen ve ülkesi dışında
işlenmiş bütün suçlar üzerinde yetki iddia edebilir. Bu A devleti vatandaşı
Lara'nın, kendi devleti ülkesinde işlediği siyasi suçlarla, hükümete karşı
darbe girişimi suçlarını da kapsar. Buna örnek olarak, Joyce v. Director
of Public Prosecutions Davası ([1946] AC 347, House of Lords)
verilebilir. Mr Joyce
Amerikan vatandaşı idi. Kendisi 'Lord Haw Haw' adıyla, İkinci Dünya Savaşı
sırasında Almanya'dan yayın yaparak, Müttefik Devletlerin teslim olmaları
yolunda ikna çabasına girmişti. Joyce 1934'den 1940 yılına kadar İngiliz
vatandaşlığına sahip idi. Ingiltere'de vatana ihanet suçuyla mahküm edilirken,
Lord Jowitt, mahkemenin yetkisini koruma veya güvenlik ilkesine dayandırmıştır. Bu hususta
ayrıca, Israel v. Eichman Davası
klasik bir örnektir
2. Devletin
sorumluluğunu ortadan kaldıran haller (hukuka uygunluk sebepleri) nelerdir? Açıklayınız.
ÇÖZÜM ÖNERİSİ:
BM
Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından hazırlanan 2001 tarihli Devletin
Uluslararası Haksız Fiillerden Ötürü Sorumluluğuna İlişkin Taslak Maddeleri
(Articles on the Responsibility of States for Internationally Wrongful
Acts - ARSIWA) bir haksız fiilin uluslararası sorumluluğa yol açmadığı,
yani devletin sorumluluğunu ortadan kaldıran belli bazı halleri 5’ inci Bölümde
“Hukuka aykırılığı engelleyen haller” olarak saymıştır:
1 Haksız fiilden zarar gören devletin rızası: Haksız fiilin mağdur
devletin rızası sonucu meydana gelmesi, devletin sorumluluğunu ortadan kaldırır
(volenti non fit injuria). Bununla beraber, rızanın geçerli bir rıza
olması ve haksız fiilin rızanın verildiği sınırlar içerisinde kalması gerekir. Yaygın örnek, bir
devletin yazılı talebi üzerine bir başka devletin o devletin ülkesine asker
göndermesi.
2 Meşru Müdafaa: Hukuka aykırılık, haksız olan fiilin BM Şartının
öngördüğü meşru müdafaa sayılan yasal bir tedbiri teşkil etmesi halinde,
ortadan kalkar. Ancak bu her meşru müdafaa teşkil eden fiilin haksızlığını
ortadan kaldırmaz. Mesela insan hakları, insancıl hukuk ve çevre hukukunu
ihlal ediyorsa artık meşru sayılamaz (Nükleer silahların Tehditi ve
Kullanılmasının Hukuka Uygunlugu Tavsiye kararında UAD çevreye saygının
meşruiyet kıstası olduğunu söyledi).
3 Karşı-Tedbir: Aslında karşı-tedbir eskiden misilleme kapsamında ele
alınıyordu. Ama burada devletlerin karşı-tedbir hakkı, zorlayıcı kuvvet
kullanmayı içermeyen bir misilleme şeklidir. Ancak zollayıcı olmasada,
beklentisel ileriye yönelik (anticipatory) karşı-tedbir hukuka
aykırıdır. Çünkü karşı-tedbir ancak ortaya çıkmış haksız fiile karşı bir cevap
mahiyetindedir. Nitekim, Gabcikovo-Nagymaros Projesi Davasında
UAD, bir başka devletin daha önce yapılmış haksız fiiline karşı bir cevap
olarak ve sadece o devlete karşı yapılabileceğini / zarar gören devletin
karşı-tedbire başvurmadan önce haksız fiilde bulunan devlete, haksız fiilini
durdurma veya tazminat verme uyarısında bulunması / zarara uğratan devletin
zararı ile uygulayacağı karşı-tedbirin sonuçları arasında bir orantılılık
olması / karşı-tedbirin amacının haksız fiilde bulunan devleti uluslararası
yükümlülüklerine uymayı sağlamak / geçici olması gerektiğini söylemiştir.
4 Mücbir Sebep (force majeure): 2001 ARSIWA mücbir sebebi, devletin
kontrolu dışında gelişen, yükümlülüğünü yerine getirmeyi madden imkansız yapan
hallerde karşı konulamayan bir gücün veya öngörülemeyen bir olayın meydana
gelmesi olarak tanımlar. Böyle bir durum veya olay devletin sorumluluğunu
ortadan kaldırır. Buradaki ispat külfeti oldukça ağırdır. Ancak mücbir sebep
durumu buna dayanan devletin kendi davranışı yüzünden ortaya çıkmış ise, veya
bu durumun ortaya çıkma riskini tahmin etmiş ise o zaman sorumluluktan
kurtulamaz. Örnekler,
Sırb Borçları davası, Osmanlı Borçları davası ve Belçika Ticaret Ortaklığı
davası. Ama çok daha ilginç bir örnek dava Gökkuşağı Savaşcısı (Rainbow
Warrior) davasıdır: iki Fransız istihbarat servisi ajanı Green Peace’e bağlı
Rainbow Warrior gemisi Yeni Zelanda limanına bağlı iken, gemiye binmiş
patlayıcı maddeler yerleştirmiştir. Bu terrorist eylem sonucu patlayan bombalar
ile gemi büyük zarar görmüş ve bir tayfanın ölümüne, çok sayıda kişinin
yaralanmasına neden olmuştur. Yeni Zelanda terrorist Fransız ajanlarını
yakalamış ve yargılayarak 10 yıl hapse mahküm etmiştir. Yeni Zelanda hükümeti,
Fransız devletinin taleplerine karşı BM Genel sekreterinin teklifi ile,
cezalarının kalan 3 yılını Fransız Polenezya’daki Hao Adasında geçirmek şartı
ile, Fransız Hükümetinin taahütü üzerine, Fransa’ya teslim etmiştir. Fransa
ise, iki terrorist ajandan yüksek rütbeli olanını teslim alır almaz, taahütünden
dönerek hemen Fransa’ya göndermiştir. Yeni Zelanda ile arasındaki tahkim
davasında, Fransa bu kararını tıbbi aciliyetin yol açtığı mücbir sebebe
dayandırmıştır. Ancak Hakemlik Mahkemesi, tıbbi aciliyetin ‘kesin ve maddi
imkansızlık’ olarak tanımlanamayacağı gerekçesi ile, Fransa’nın mücbir sebep
savunmasını reddetmiştir.
5 Zaruret Hali: Haksız fiil, devlet için fevkalade ağır ve çok yakın bir
tehlikeye ile tehdit edilen temel bir menfaatini korumak için başvurabileceği
tek yol ise, zaruretten sözedilebilir. Ancak devletin zaruret halindeki
eyleminin, bir başka devletin veya bir bütün olarak uluslararası toplumu
oluşturan devletlerin temel menfaatine yönelik bir uluslararası yükümlülüğünü
ciddi bir şekilde ihlal etmemelidir. Uluslararası teamül hukukunda zaruret hali
savunması çok sıkı kıstaslara bağlanmıştır: 1) aşırı aciliyetin yarattığı
olağanüstü şartların bulunması; 2) en kısa sürede mevcut durumun yeniden
ihdası; 3) haksız fiilde bulunan devletin bunu iyi niyetle yapmış olması
gerekir. Gabcikovo-Nagymaros
Projesi Davasında UAD, Macaristan’ın andlaşma ile taahüt ettiği
baraj projesinden, yapılması halinde çevre için muazzam zararlı sonuçlar
vereceği gerekçesiyle, vazgeçmesi üzerine ortaya çıkan andlaşmanın ihlalinden
ötürü sorumluluğunu zaruret hali savunmasına dayandırmasını red etmiştir. Çünkü
Macaristan ne ağır bir tehlikenin varlığını, ne de bu tehlikenin çok yakın
olduğunu ispatlayabilmiştir.
6 Iztırar Hali: Iztırar, haksız fiilde bulunanın, ya kendi hayatını veya
kendi himayesine bırakılmış diğer insanların hayatını kurtarmak için başka
hiçbir makul yolun olmadığı hallerde ortaya çıkar. Ancak ıztırar hali
savunması, ona dayanan devletin kendi davranışı yüzünden ortaya çıkmışsa, ya da
sözkonusu fiil haksız muhtemelen kendisiyle kıyaslanabilir veya daha büyük bir
tehlike yaratırsa, o zaman hukuki geçerliliğini kaybeder. Bunun arkasındaki
mantık, insan hayatı pahasına uluslararası yükümlülük gözetilemez ilkesidir. Örneğin, bir
yabancı devletin ülkesine yolcularının hayatını kurtarmak üzere izinsiz giriş
yapan uçağın egemenliği ihlal etmesi ıztırar halinde maruz görülebilir.
7 Amir kurallara uyma hali: Uluslararası genel hukukun buyruk kurallarının
gerektirdiği hallerin, fiilin haksızlığı ortadan kaldırdığı kabul edilir.
3. Uluslararası teamül hukuku, meşru müdafaa halinde
kullanılan kuvvetin, maruz kalınan saldırının ciddiyeti ile orantılı olması ve ortaya
çıkardığı tehlikenin aciliyeti ile haklı kılınması gerekliliğini şart
koşmaktadır. Meşru müdafaanın üç unsurunu uluslararası yargı kararlarını
dikkate alarak açıklayınız.
ÇÖZÜM ÖNERİSİ:
Teamüli meşru müdaafanın unsurları,
(i) aciliyet, (ii) gereklilik ve (iii) orantılılıktır. (1837 Caroline Olayı)
Ancak bu unsurlar, BM
Şartının 51. maddesinin lafzında açıkca ifade edilmemiştir.
Buna rağmen, 1986 Nikaragua Davasında UAD,
spesifik bir kuralın varlığından bahsetmiştir: meşru müdaafa silahlı saldırıya
orantılı olan ve silahlı saldırıya cevap vermek için gerekli olan tedbirleri
caiz kılar. Bu uluslararası teamül hukukunun en yerleşmiş kurallarındandır.
Yine UAD 1996 Nükleer Silahların Hukuka Uygunluğu
Hakkındaki Tavsiye Kararında, meşru müdaafa hakkının icraasının
gereklilik ve orantılılık şartlarına tabi tutulmasının uluslararası teamül
hukukunun bir kuralı olduğunu teyid etmiştir.
(i) Gereklilik (Zaruret): gereklilik şartı genellikle topyekün istila yerine, münferit silahlı
saldırıyı takip eden kuvvet kullanılması bakımından sözkonusu olur. Müdaafa
durumundaki devlet, topyekün askeri çatışmaya girmeden önce, uyuşmazlığa barışcıl
yollarla makul bir çözümün sağlanamadığını doğrulamak yükümlülüğü altındadır.
Yani meşru müdaafa altında kuvvet kullanmanın zaruri olduğunu kanıtlaması
gerekir. Bu ise, saldırıya maruz kalan devletin, silahlı saldırıya karşı
kendisinin savunma halinde silahla karşılık vermek dışında bir başka
seçeneğinin bulunmadığını göstermektir. Ancak eğer meselenin barışcı yollarla
çözüleme olanağı bulunuyor ise, zaruretten bahsedilemez. Böylece zaruret hali,
seçilebilecek bir başka karşılığın bulunmadığı, acil ve derhal gerçekleşmesi
kesin bir tehdit halinde sözkonusu olabilir.
(ii) Orantılılık: anında tepki
veya savunma amaçlı silahlı misilleme sözkonusu olduğunda, orantılılık, hukuka
aykırı kuvvet ile hukuka uygun karşı-kuvvet arasında, kullanılacak kuvvetin ölçüsü
ve etkisi bakımından bir yakınlığı gösterir. Bir yelpaze içerisinde, kuvvet ile
karşı-kuvvet ve görülen ve verilen zararlar arasında bir kıyas yapılmasını
gerektirir.
UAD Nikaragua Davasında,
meşru müdaafa hakkının kullanılması sırasında orantılılık kıstasına uygun
davranılması gereğini uluslararası teamül hukukunun en iyi yerleşmiş bir kuralı
olduğunu teyid etmiştir. (1837 Caroline Olayı) Ancak BM Şartının 51.
maddesinde bunun açık ifadesi yoktur. O halde uluslararası temül hukukunda
orantılılık prensibi nedir? Silahlı saldırıya karşı makul güç kullanmaktır
şeklinde ifade edilebilir. Saldırgan devletin eylemi, mağdur devletin
egemenliğini ihlal eder. Buna karşı meşru müdaafa hakkını kullanan devlet,
hukuka uygun zorlama tedbiri alıyor demektir. Burada hukuka uygunluğun kıstası
ise, meşru müdaafa içerisinde kuvvet kullanan devletin, bu mudaafa amacını aşan
bir kuvvet kullanmamasıdır.
Cezalandırma veya misilleme
amaçlı silahlı tedbir, müdaafanın meşruiyetini ortadan kaldırır. Bu bakımdan
savunma amaçlı silahlı tedbirler, maruz kalınan silahlı saldırıyı
savuşturulması için gerekli (zaruri) olan yoğunluğun (derecenin) ötesine
geçmemelidir.
(iii) Aciliyet: uğranılan silahlı saldırı
ile meşru müdaafa arasında bir zaman boşluğu, bir kopukluk olmamalıdır. Burada
iki unsur dikkate alınmalı ve bir denge sağlanmalıdır:
1. Devletler gerçek
kişilerden farklıdır. Olay anında tepki göstermeleri nadirdir. Meşru müdaafaya
karar vermek süreci anlık olmayabilir ve bir bürokratik usülü gerektirebilir.
Bundan doğacak gecikme, bir zaman boşluğu yaratabilir.
2. Buna karşılık, silahlı
bir saldırıya maruz kalmış olan devlet, bu saldırıyı bertaraf etmek için
göstereceği tepkiyi, bu amacın yerine getirilmesi sağlıyacak zaman diliminin
ötesine taşımamalıdır. Örneğin bir uluslararası yargı karını beklemek zorunda
değildir.
4. Uluslararası Adalet Divanın
çekişmeli davalardaki yetkisinin dayandığı esaslar nelerdir? Uluslararası yargı
kararlarının ışığında tanımlayınız.
ÇÖZÜM ÖNERİSİ:
UAD'nın yetkisinin dayandığı esaslar iki türlüdür: (1). Devletler
arasındaki uyuşmazlıklara bakma kapasitesi ve (2). Tavsiye niteliğinde kararlar
verme kapasitesi
Çekişmeli davalardaki yetkinin esasları
nelerdir?
UAD Statüsüne göre, sadece devletler Divan önünde çekişmeli davaların
tarafı olabilir ve Divan'nın bu tür davalardaki yetkisi ilgili devletlerin
rızasına tabidir.
aa.Rıza Prensibi:
UAD'nın önüne gelen bir davaya karışan bütün devletlerin rızası gerekir, yoksa
Divan'ın karar verme yetkisi de yoktur. Teamül kuralı olarak teyidi için 1923
tarihli Doğu Carelia davasında UDAD'nın tavsiye kararı.
UAD Statüsünün 36 (1). md göre, UAD yetkisi, davaya taraf olan devletlerin
rızasına dayanır. Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Rwanda arasındaki 2006
tarihli Kongo Ülkesindeki Silahlı Faaliyetler davasında, UAD yetkisinin
daima davaya taraf olacak devletlerin yetkisine dayanması gerektiğini
söylemiştir.
bb. Rızanın ifade edilme yolları
nelerdir?
1. Tahkimname: Uyuşmazlığa
taraf olan devletler arasında yapılan bir hususi anlaşma ile uyuşmazlıklarını
Divan'ın yetkisine sunmalarıdır. Bu hususi anlaşmaya compromis denir.
2. Yetki maddesi (tahkim kaydı):
Bir uluslararası andlaşmada bulunan yetki maddesi (compromissory clause) ile,
eğer andlaşmanın uygulanması veya yorumundan ötürü bir ihtilafın vuku bulması
halinde, ihtilafa taraf devletin tek taraflı olarak bunu UAD'na sunması ve
diğer sözleşmeci devletlerin bu zorunlu yetkiyi (andlaşma hükmü) ile kabul
etmiş olmasıdır. Bu modern çok taraflı andlaşmalarda yaygın bir çözüm
yöntemidir. Örneğin, Bosna Herzeg ve Yugoslavya arasındaki 1996 Soykırım
Sözleşmesinin Uygulanması davasında, UAD'nin yetkisi 1948 Soykırım
Sözleşmesinin IX. md'sine dayandırılmıştır.
3. Forum Prorogatum İlkesi:
Divan önünde tek taraflı başvuru ile açılmış bir davada, davalı devletin açık
veya üstükapalı (zımni) olarak rızasını vererek Divanın yetkisini sonradan
(dava açıldıktan sonra) tanımasıdır. Bu eylem, işlem veya beyanla olabilir.
Davalı devletin, sadece Divanın yetkisine itiraz etmemiş olması yetmez ama
gerçek bir rızanın olması gerekir. Bu durum divanın içtihatlarında çok ender
görülür: 1927 Filistin Mavrommatis Imtiyazları davası, 1928
Polonya'nın Yukarı Silesia'da Azınlık Hakları davası ve 1948 Korfu
Boğazı davası var olan üç örnektir.
4. Zorunlu yetki (optional clause):
UAD Statüsünün 36(2)&(3). md'si uyarınca Divan'ın yetkisinin ihtiyari
beyanla kabul edilmesi durumudur. Bu durumda bir hususi anlaşma yapılmasına
gerek kalmadan Divan'ın yetkisi ipso facto zorunlu olarak aşağıdaki durumları
içeren bütün hukuki uyuşmazlıklar bakımından tanınmıştır:
* bir andlaşmanın yorumlanması
* bir uluslarası hukuk meselesi
* bir uluslararası yükümlülüğün ihlalini oluşturan herhangi bir olayın
varlığı
* bir uluslararası yükümlülüğün ihlali için yapılması gereken tamirin
niteliği ve kapsamı
Devletler, Divan'ın yetkisini tanıdıklarına ilişkin tek taraflı
beyanlarını BM Genel Sekreterliğine verirler. Bu güne kadar 66 devlet bunu
yapmıştır ve aralarında İngiltere dışında başka bir Güvenlik Konseyi daimi
üyesi yoktur.
Bu beyanın hukuki etkisi,
* Her ne kadar beyan tek taraflı ise de, Divan'ın yetkisini böyle bir
ihtiyari beyanla kabul eden devletler arasında iki taraflı bir ilişki doğurur.
* Divan bir kez davayı ele aldıktan sonra, beyanın geri çekilmesi davayı
sona erdirmez.
* Karşılıklılık ilkesi:
Divan'ın zorunlu yetkisini kabul bir devlet, bunu sadece aynı yükümlülüğü kabul
eden diğer devletler ile ilişkileri bakımından sınırlı olarak yapmıştır. 36(3).
md'e göre, ilgili devletler beyanlara çekince koyup koymamak kadar, hem yetkiyi
tanımanın karşılıklılığı ve hem de zaman boyutu bakımından istedikleri
çekinceyi koymakta serbestirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder