30 Haziran 2014 Pazartesi

Genel Devlet Teorisi-II, 2014 Bahar Bütünleme Sınavı ÇÖZÜM Önerileri 24.6.2014

T.C. İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
2013-2014 Akademik Yılı GENEL DEVLET TEORİSİ - II
Bahar Yarıyılı BÜTÜNLEME Sınavı ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 24 Haziran 2014

1. Evrendeki temel unsur 'ruh ve düşünce' mi, yoksa 'madde ve doğa' mıdır sorusuna dialektik materyalizm önermesi nedir, açıklayınız.

Evrendeki oluşumun esasının, ruh ve düşünce mi, yoksa madde ve doğa mıdır sorusuna tarihsel olarak iki felsefe okulu cevap vermiştir:

İdealist okul, evrenin en temel unsurunun manevi değerler, yani ruh olduğunu ileri sürer. Tek gerçek ruhtur ve maddeden önce var idi. Madde üstün ruh tarafından yaratılmıştır. Oysa ruh yaratılmamış olan, bağımsız tek gerçektir. Onun yarattığı madde ise, bağımsız asli bir varlığa sahip değildir.

Buna karşılık, Materyalist okul evrenin madde yani doğadan oluştuğunu savunur. Madde/doğa tek gerçekliktir. Bağımsız ve asli bir varlık olarak mevcuttur. Duyular ile algılanan maddi dünya tek gerçekliktir. Ruh olarak iddia edilen manevi şeyler, maddenin doğa içerisinde çeşitli ve değişik görünümlerinden başka bir şey değildir. Düşünce maddi organik bir organ olan insan beynin bir ürünüdür. Yücelik veya kutsallık algısı insanın yarattığı bir yanılgınlıktır.

Marx materyalistir ve dialektiği materyalizme uygulamıştır.

Dialektik, eski yunandaki dialog yöntemine dayanır: Birbirleri ile çelişen düşüncelerin çatışması  ve çarpışması sonucunda, düşünceyi bu çelişkilerin ötesine geçerek, bu birbirine zıt düşüncelerin arkasında saklı olan objektif gerçeği bulmaktır.

Hegel’in Alman idealist felsefesine esas teşkil etmiştir: Mutlak değere sahip tek gerçek, manevi nitelikte olan “idée” yani düşüncedir. İdée zaman içerisinde gelişme sürecinden geçer. Doğanın, maddenin ve insanlık tarihinin birbirini takip eden gelişme ve olgunlaşma evrelerinde kendini gösterir ve ifadesini bulur. Düşüncenin ortaya çıktığı birbirini izleyen evreler, üç aşamalı bir olgunlaşma kuralına tabi olarak gelişir: Bunlar, tez, antitez ve sentezdir. Hegel’e göre, düşüncenin zaman içerisinde belli bir andaki durumu, kendi karşısına kendisi ile çelişen, ona zıt bir düşünce ortaya çıkarır. Böylece kendi antitezini yaratmış olur. Bunların çatışmasından ortaya çıkan çelişik durum ise, sentez safhasıdır. Böylece dialektik, zıtların daha yüce bir birlik içerisinde birleşmek için, birinin diğerinden doğduğu bir ilerlemeyi açıklar. İlk tez, ilk doğrulamadır. Bu ilk teyid zorunlu olarak kendisine zıt olanı, kendini reddedeni, ayni antitezini doğurur. Antitez de yine zorunlu olarak sentezi yaratır. Sentez reddin reddidir. Sentez, tez ile antitezin birbirleri içerisinde eridiği ve uzlaştığı bir son ve yüce bir sonuçtur. Bu gelişme çelişkilerin aşıldığı ve ortadan kaldırıldığı birbirini takip eden evrelerdir. Dialektiğin devrimci ve otodinamik bir süreç olduğunu gösterir. Düşünce bu süreçteki her çatışma ile ilerleme kaydeder. Hegel'in getirdiği en büyük yenilik, klasik felsefede düşünceler dünyası özü ve niteliği bakımından statik, hareketsiz bir dünya iken, dialektik artık düşüncenin değişken, devingen ve gelişmeci olduğunu ortaya koymasıdır. Tarih tekerrür değildir, çelişkileri çözümleyen ve yeni çelişkiler doğuran bir gelişme ve ilerleme sürecidir.

Marx’ın dialektiği klasik materyalizme uygulaması, mekanik materyalizmin ezeli geriye dönüş felsefesine yeni bir anlayışa getirdi. Klasik materyalizme göre, maddeden yani atomlardan oluşan evrende değişik olayların tezahürü, bu atomlar arasındaki birleşimlerin sonucudur. Zaman içerisinde geçen an ile onu izleyen an arasında bir fark yoktur. Sadece aynı madde değişik bir biçimde şekillenmektedir. Evrendeki atomların sayısı sınırlı olduğu için, bu atomların birleşimleri de sınırlıdır. O halde, yeterince uzun bir zaman aralığının geçmesi ile, aynı evreden tekrar geçmek mümkündür. Tarih tekerrürden ibarettir. Evrende gelişme ve ilerleme yoktur ama yalnızca sonsuz bir tekrar edilegelme olayı vardır.
Marx, bunun böyle olmadığını kanıtlamıştır: madde sürekli hareket halindedir ve kendine özgü bir enerjisi vardır. Bu hareket gelişmeyi ve ilerlemeyi sağlayan bir olaydır. Maddenin hareket ve enerjisi dialektik ile devinir. Her sentez yenilik doğuran nitelikte bir değişmedir. Maddenin enerjisinin kaynağı, içerisindeki iç çelişkiler ve çatışmalardır. Senteze ulaşırken, maddeyi harekete geçirir ve değişiklikler yaratırlar. Bu değişme hem niceliksel, hem de niteliksel bir değişmedir. Marx’a göre, maddeki gelişme ve yenilikleri yaratan niteliksel değişiklikler, niceliksel değişikliklerden doğar. Maddenin içerisindeki niceliksel değişme, maddenin niteliği ile belirlenmiş olan doygunluk noktasını aşarsa, niteliksel değişme olur. Ani sıçrama ve ani atlama ile yeni ve değişik nitelikte bir madde ortaya çıkar ve her seferinde değişme ve gelişmeye neden olur. Kısaca böylece zamanla cansız maddeden canlı madde ve canlı madde içerisinde gelişme ile de bilinç, ruh, vicdan gibi manevi değerler meydana gelir.

Böylece doğa sürekli bir hareket, değişme, yenilenme ve gelişme halindedir ve bunların özünde var olan çelişik güçlerin sentezi ile sert ve ani sıçramalar şeklinde ortaya çıkan bir sürekli değişme, gelişme ve ilerleme evrenin evrimsel gelişimini açıklar.

Marx, dialektik materyalizmi kullanarak, (i) doğa olaylarını, (ii) insanlık tarihini ve (iii) liberal kapitalizmi açıklamıştır. Felsefe tarihi ve tarih felsefesinin yeniden eleştirisel yorumunu yapmıştır.

2. Marxizm'in özgürlük anlayışında ‘yabancılaşma sorunu’ nedir, açıklayınız.

Marx'a göre, insanlık tarihinin başında insan özgür doğmamıştır ama doğal yaşama halinde, doğanın kölesidir ve tamamen ona tabidir. Doğaya hakim olan yasaları keşfetmesi ve anlaması ile, kölelikten kurtulmaya başlar. Çünkü doğayı kendi amaçları için kullanmayı öğrenir ve ondan yararlanır.

Ancak özel mülkiyetin gelişmesi ile, sosyal kölelik ortaya çıkmıştır. Toplum, toprak sahipleri ile sahip olmayanlar arasında sınıflara bölünmüştür. Bu kez insanlar kendi sosyal ve ekonomik şartlarının kölesi haline gelmiştir.

Sosyo-ekonomik ilişkilerin karmaşık hale geldiği sınıflara bölünmüş kapitalist toplum düzeninde bu köleleşmeyi, yabancılaşma kavramı ile tanımlar. Yabancılaşan insan, kendisini özgür ve yaratma gücüne sahip olarak doğaya hükmedebilen bir insan olarak görmeyen kişidir. Oysa insan emeği ile, çalışarak doğayı etkileyebilmiş ve doğa güçlerine hükmederek, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamış ve doğa karşısında özgürleşmişti.

Marx'a göre, insanın bu yabancılaşması ve yozlaşmasının kaynağı, sınıfsal kapitalist ekonomi düzenini belirleyen sosyo-ekonomik altyapı ilişkilerin çarpıklığıdır ve üst yapı ilişkilerini yozlaştırır.

Kapitalizmde emekçi üretim araçlarına sahip olmadığı için, ürettiklerine de ekonomik olarak yabancılaşmıştır.

Üretim araçları üzerinde özel mülkiyete sahip olan kapitalist ile sahip olmayan işçi arasındaki sınıfsal ayrım, kapitalisti insanı insan yapan emekten; işçiyi de emeğinin yarattığı ürüne sahip olmak mahrum ederek, sosyal yabancılaşmaya iter.

Sosyo-ekonomik alt yapı ilişkilerindeki yozlaşma, üst yapı da bozar. Birbirine düşman iki sınıfın toplumsal mücadelesinde üst yapı kurumu olan devlet ekonomik bakımdan güçlü kapitalistin bir zorlama ve baskı aracı haline gelir ve siyasal yabancılaşmaya neden olur.

Kapitalizm safhasında, insan henüz tarihsel gelişimini tamamlamamıştır. Kendi gücünün ve üstünlüğünün tam bilincine varamamıştır. Daha henüz neye kadir olduğunu tam anlayamamış iken, kendi gücünü kendisinin dışında doğada görmüştür. Kendi zayıflığı ve eksikliğini din inancı ile kapatmaya çalışmıştır. Kendi dışında gördüğü tam anlayamadığı her şeyi, kendi yarattığı Tanrı imajı ile açıklamaya çalışmıştır. İnsan tarihsel gelişimini tamamlıyamamış, tam olgunluğa erişememiş, gerçek gücünün bilincine henüz ulaşamamış iken, kendi yarattığı, olması gereken mükemmel ve güçlü bir Tanrı tasviri ile kendisini kandırmaya başlamıştır. Sonuçta Marx'a göre, din cehalettir, yozlaşmadır ve insanı yabancılaştırır. Din, insanı Tanrıya kul yapan bir köleliktir.

Kapitalizmde kölelikten kurtulmak ve özgürleşmek için, insanlar önce yaşama biçimlerini belirleyen objektif koşulların bilincine varmalıdırlar ve ancak o zaman bu koşulları değiştirerek sosyal determinizmin zincirini kırabilirler.

3. ‘Nasyonal Sosyalizm'de ırkçı totaliter devletin görevi nedir, açıklayınız.

Nasyonal sosyalizmde devlet otoriterdir, totaliterdir ve ırkçıdır. Devletin görevi, Alman halkının bütünlüğünü ve ilerlemesini sağlamak için, Alman ırkını korumak ve geliştirmektir.

Alman halkının oluşturduğu bütün "volks-gemeinschaft" dır ve onun ırk birliğine dayanır. Burada ırk biyolojik anlamda değerlendirilir. Genetik olarak aynı kökten gelenlerdir. Alman halkı içerisindeki kuzey aryen ırkı saftır ve bu saflığın korunması ve yüceltilmesi gerekir. Çünkü saf aryen ırkı hem fiziksel, hem de manevi ve entellektüel yetenekler bakımından üstündür ve Alman uygarlığının yapıcı gücünü oluşturur. Dolayısı ile ırklar arasında eşitsizlik vardır. Irkçı devletin kutsal görevi, Alman halkı içerisinde kuzey aryen ırkının saflığını sağlamak ve korumaktır.

Bunu gerçekleştirecek nasyonal sosyalist devletin kendine özgü nitelikleri vardır:

Devlet totaliter ve otoriterdir. Volks-gemeinschaft, tek adam, Führer tarafından yönetilir ve yönlendirilir. İktidar iradesi, Führer'in iradesidir. Devlet erki bütünüyle Yüce şef, Yüce önder, Führer'e indirgenmiş ve onun emrindedir. Böylece volks-gemeinschaft ile Führer arasında tek partili yönetime dayanan bir devlet sistemi ortaya çıkar. Nasyonal Sosyalist devlet, liberal düzeni, parlamenter düzeni ve çok partili düzeni reddeder. Yahudileri ve Marxizmi en büyük düşman ilan eder.

İnsanlar arasında ırksal eşitsizliğe inanır. Yahudiler en aşağılık ırktır. Toplumu hiyerarşik bir düzende görür. En üste Alman aryen ırkı vardır. Devletin amacı, yahudi marxizmin milliyetçilikten uzaklaştırdığı, Alman halkını millileştirmektir.

Nasyonal sosyalizm, İtalyan Faşizmden farkıdır:
İtalyan faşizmi devleti kutsallaştırır. Devlet başlı başına amaç ve son hedeftir.
Nasyonal sosyalizmde devlet sadece bir araçtır, bir kalıptır, ihtiva edendir. Asıl önemli olan, muhtevadır. Muhteva ise, volks-gemeinschaft'dır, ırk birliğine dayanan Alman hakkının oluşturduğu bütündür.  Üstün Alman uygarlığının kurulması için, bir ön şarttır ama onun kurulmasının doğrudan bir sebebi değildir. Gerçek sebep, muhtevası volks-gemeinschaft'dır. O halde devlet, fiziksel ve moral bakımından aynı ırktan gelen insanların topluluğunu destekleyecek ve geliştirecektir.

Bu görevini iki şekilde yapar:
İçte kuzey aryen ırkının saflığını korumak ve geliştirmektir.
Dışta ise, bütün Almanları büyük bir Alman devletinin içerisinde toplamak ve bütün Almanlara yaşam alanı yaratmaktır. Böylece devlet, üstün ırka dayanan Alman uygarlığı kurarak, onun doğal egemenliğini gerçekleştirebilecek alanları temin edecektir.

Devlet bu görevini yerine getirirken, kuzey aryen ırkının saflığını bozan melezlemeleri önleyecektir. Bunu iki yolla yapar: devlet propagandası ve eğitim araçları ile.

4. İnsanın insan tarafından sömürülmesine yol açan liberal sistemin mülkiyet anlayışına karşı, Sosyal devlette mülkiyet hakkı nasıl tanımlanır, özelliklerini açıklayınız.

Liberal devlette mülkiyet anlayışı, kapitalizme geçiş ile bir sömürü aracı haline gelmiştir. Liberal kapitalizmde bireysel mülkiyet, kapitalist mülkiyete dönüşmüştür. Sermayenin tekelleşmesi ile, sermaye sahipleri ekonomik hayata hükmetmeye başlamıştır. Tekelci kapitalistler, üretim araçları üzerinde sahip oldukları mülkiyeti, insanın insan tarafından sömürülmesine yol açan bir araç haline getirmişlerdir. Bu durumda toplumsal yararı, tekelci kapitalistlerin ayrıcalıkları karşısında koruyabilmek mümkün değildir. Siyasi egemenlik ulusa aittir denilse de, ekonomik güçlerin iktidarlarının kaynağı, ulusun iradesi değil ama sahip oldukları mülkiyettir.

Oysa sosyal hukuk devleti, bireyi hedef alır ve onun huzur ve refahını gerçekleştirir ve güvence altına alır. Bunun için, adil bir hukuk düzeni kurar ve bu düzenin devam etmesini sağlar. Bu düzen sadece bireyin yararını esas almaz ama toplumun yararını da düşünür. Kişi ile toplum arasında bir denge kurar.

[Toplumsal yarar için liberal devlet sistemindeki mülkiyet hakkı iki yolla ıslah edilebilir:
(i) mülkiyet hakkının sahibi değiştirilir: mülkiyet hakkını bireyin elinden alarak, toplum adına devlete devretmek, yani kollektif mülkiyet bu sorunu halledebilir. Ancak bu ideal bir çözüm olmayabilir. Çünkü Devleti yönetenlerin, tekelci kapitalistler gibi, mülkiyet hakkını kötüye kullanarak devletin bir baskı aracı haline getirmeleri mümkündür. (Marx'ın eleştirisini hatırlayın)
(b) mülkiyet hakkının niteliği değiştirilir: mülkiyet hakkına bir sosyal fonksiyon niteliği verilir. Böylece mal sahibi sosyal yükümlülükler altına girer. Toplumun sosyal ekonomik çıkarlarına hizmet edecek şekilde bireysel mülkiyetin kullanım hakkı sınırlanır.]

Sosyal devlet, ikinci çözüme yakın bir yol izler: Mülkiyet hakkı liberal devletteki gibi artık doğal bir hak niteliği taşımaz. Sınırlı nisbi bir hak niteliğindedir. Mülkiyet hakkının sahibi, bu hakkını dilediği gibi sınırsız olarak kullanamaz. Artık toplum yararını gözeterek kullanacaktır. Bu ise, mülkiyet hakkının sosyal fonksiyonudur. Böylece mülkiyet hakkını kendi çıkarları için kullanırken, toplumun yararına ve toplumun ihtiyaçlarına uygun bir şekilde olmasına özen gösterecektir. Sosyal devlette, kamu menfaati düşüncesi vardır.

Niteliği itibarıyla, mülkiyet hakkı temel haklardandır. Korunması ve saygı gösterilmesi gereken bir temel haktır. Öyle ki, bu hakkın miras yolu ile transferi kabul edilir. Örneğin: 1961 ve 1982 TC Anayasalarında "Herkes, mülk ve miras haklarına sahiptir." hükmü vardır.


Ancak temel bir hak olması, mülkiyet hakkına sosyal devlette sosyal bir fonksiyona sahip olmasını engellemez. Çünkü mülkiyet hakkı kamu yararı amacı ile sınırlanabilir ve kullanımı kamu yararına aykırı olamaz. Bu yüzden mülkiyet hakkı mutlak değildir. Toplum yararı ile çatıştığı alanlarda, toplum yararı üstün tutulur. Bu yaklaşım hem 1961, hem de 1982 Anayasalarında benimsenmiştir: Kamu menfaatinin gerektirdiği ve zorunlu kıldığı hallerde, yasa ile mülkiyet hakkına sınırlama getirilebilir. Bu tür sınırlamalar 1982 Anayasasında hem mülk edinme; hem mülkiyet hakkının kullanılması; ve hem de mülkiyet hakkına son verilmesine ilişkin olarak düzenlenmiştir. Devlet, özel mülkiyete konu olan mülklerin, sosyal fonksiyonları devlet eliyle daha iyi yerine getirebileceğini düşünebilir. Böyle uygun gördüğü hallerde, mülkün hak sahiplerini değiştirebileceği gibi, devlete de devredilmesini sağlayabilir: bu amaçla kamulaştırma ve devletleştirme (millileştirme) anayasalarımızda kabul edilen yöntemlerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder