2012-2013 Güz
Semesteri ERÜ Hukuku Fakültesi
Milletlerarası Kamu
Hukuku – I, Pratik Çalışma 5: Devletlerin Egemen Eşitliği ve Ülkesel Egemenlik
SORU: “Geleneksel ülke kazanma yolları artık
modern dünyada önemini kaybetmiştir.” Tartışınız.
CEVAP PLANI:
·
Geleneksel ülke kazanma yolları
nelerdir?
·
Terra nullius nedir?
·
Intertemporal (zamanlararası)
hukuk nedir?
·
Çağdaş koşullar ve değerlerle
uyumlu yeni faktörler dikkate alınmalı mıdır?
Bu
soruda beklenen cevap: geçmişte ülkenin barışcı
yollarla kazanılması şekillerinin ortaya konması + bu ülke kazanma yollarının
eleştirisel değerlendirilmesi + bunların modern dünyada atıl hale gelmediğini
ve fakat belli derecelerde diğer
etkenler ile yer değiştirdiği göstermektir.
Geleneksel ülke kazanma yolları, * keşif ve işgal,
* kazandırıcı zamanaşımı, * devir, * arazi oluşumu, * fetih ve ilhaktır. Bu
ülke kazanma yollarının uygulanmasının tarihi aslında kolonilik ve Avrupalı
sömürgeci güçlerin ticari imparatorluklarını genişletme tarihidir.
·
Eskiden eğer bir devlet temsilcisi
terra nullius toprak parçası – hiç
bir devletin egemenliğine tabi olmayan ülke – keşfeder ise, bunun üzerinde kendi egemeni adına hak iddia
edebileceğine inanılırdı. Burada res
nullius, yani sahipsiz olan, res
communis, yani ortak mülkiyetten ayırılmalıdır. Örneğin açık denizler bütün
devletlerin makul kullanımına açıktır ancak egemenliğe tabi kılınamaz. Yine
örneğin açık deniz yatağı uluslararası mülkiyete tabidir ve herkezin ortak
yarına kullanılmalıdır. Bu bakımdan insanlığın ortak mirası olarak görülür.
Nitekim 18. Yy’ın ortasına kadar sembolik mülkiyet hakkının (title) tek başına
iddia edilmesi, uluslararası hukuk bakımından yeterli kabul edilebilirdi. Bir
toprak parçasının hiç kimseye ait olmadığını söylemek, aslında o ülkede insan
topluluğunun bulunmadığı anlamına gelirdi. Bu tür bir durumda, o ülke
toprağının terra nullius olduğuna
şüphe olmazdı. Ancak, uygulamada terra
nullius , söz konusu varlığın ya hiç
nüfusu olmadığını ya da insan topluluğunun Avrupalıların anlayabileceği veya
görüşebileceği şekilde organize olmamış
insan topluluğunu göstermeye başlamıştır. Ancak modern görüş, keşifin sadece
keşifte bulunan devlete bu iddiasını sağlamlaştırmak için, makul bir zaman süresinde
etkili işgali sürdürmek üzere seçin şansı verir. Bu Palmas Adası Davasındaki Huber’in
hakemlik kararında benimsenen görüştür.
·
Öte yandan koloni sömürgeciliğinin
genişlemesinde, bir terra nullius ülkenin işgal
yolu kazanılması, düşünüldüğünden, daha önemsiz bir yöntemdi. Gerçekten işgal
yolu ile ülke kazanmak, esasında, o toprakların daha önce terra nullius, yani
hiç bir devletin egemenliği altında bulunmaması anlayışına dayanmaktadır. Dolayısıyla
işgal yolu ile, bir devlet terra nullius üzerinde egemenlik kazanır. Bu toprak
parçası bir devlet tarafından sahip olunmaya müsait ama henüz hiç bir devletin
egemenliği altında değildir. Bu durum, ya eski egemenin egemenliğinden
vazgeçerek ülkeyi terketmesi, ya da orada yaşayan insan topluluğunun
uluslararası hukuk uyarınca egemen bir devlet teşkil etmek için gereken sosyal
ve siyasi örgütlenmeye sahip olmamasından kaynaklanır. Daha koloni
sömürgeciliğinin hemen başında, en azından bir insan topluluğunun yaşadığı bir
ülkede, egemenliğin bir kez ilan edilmiş olması geçerli bir mülkiyet hakkının
korunması için yeterli sayılmamaya başladı. Egemenlik iddiası sadece aktif
yönetim ile korunabilirdi. Böylece mülkiyet, sembolik olmaktan çok sürekli ve
kesintisiz olmalıdır.
·
Geçerli mülkiyet hakkı, sembolik
mülkiyeti ilk iddia eden devlet değil, ama daha sonraki bir zamanda ortaya
çıkarak o ülkeyi aktif olarak idare
etmiş devlet tarafından kazanılabilirdi. Bu ülke kazanma yolu, zamanaşımıdır. İki türlü olabilir:
kadim zamanaşımı ve mukabil mülkiyet
Kadim zamanaşımı: X devleti bir ülkeyi işgal
eder ve orijinal iddiacı ya bilinmiyordur ya da unutulmuştur.
Mukabil mülkiyette ise, orijinal iddiacı
bilinir ama mülkiyet hakkı ortadan kalkmıştır, çünkü mülkiyet hakkını bir
yönetim icra ederek canlı tutmayı başaramamıştır, veya söz konusu ülkeyi diğer
egemen güçlerin idaresinin dışında tutmayı başaramamıştır. Burada sorulacak
soru: orijinal iddiacı diğer devletlerin faaliyetlerini protesto etmiş midir?
Eğer etmemiş ise, o zaman sessiz kalma ortaya çıkar. Ve orijinal iddiacı devlet
artık sonraki iddiacı devletin hak iddiasını red etmekten mahrum kalır:
estopel. Temple Preah Vihear Davasındaki (1962) durum budur. Eğer orijinal
iddiacı devlet protesto etmiş ise, o zaman mükabil mülkiyet yolu ile ‘title’
kazanmak geçersiz sayılır. (Chamizal Arbitration 1911)
·
Devir andlaşması ülke üzerindeki mülkiyet
hakkını bir devletten diğerine transfer eder. Burada iki soru karşımıza çıkar:
Transferi yapan, devreden
devlet gerçekten geçerli bir mülkiyet hakkına ilk etapta sahip midir? Eğer
devreden sahip değil ise, o zaman devir anlaşması hüküm doğurmaz, çünkü nemo dat qoud no habet (kimse sahip
olduğundan fazlasını veremez)
Devir andlaşması doğrudan
hukuka aykırı silahlı güç kullanmak sonucu olarak mı yapılmıştır? Eğer öyle
ise, uluslararası hukukun bugünkü koşullarında geçerliliği fevkalade
şüphelidir.
·
Arazi oluşumu, bir coğrafi değişiklik sonucu
ülkeye yeni topraklar eklenirse, ortaya çıkar. Örneğin, iki devletin arasında
sınır teşkil eden bir nehrin mecrasında değişiklik olması halinde; veya su
altında bir volkanın patlaması sonucu yeni bir adanın yaratılması gibi.
·
Fetih koloni sömürgeciliği tarihi boyunca en
sık kullanılan ülke kazanma yolu idi. Çoğunlukla fetih savaş mağlubu egemenin haklarını bir devir
andlaşması ile transfer etmesi sonucunu verirdi. Diğer bazı durumlarda ise,
mağlup olan, istila sonucu tamamen ortadan kalkar ve devir anlaşmasına gerek
kalmazdı. Ancak BM Şartı 2(4). md nin getirdiği kuvvet kullanma yasağı sonrası fetih
artı meşru bir ülke kazanma yolu değildir. La Haye Düzenlemelerinin 42 ve 43.
maddeleri savaş sonrası işgalin meşru egemenin idaresi yerine işgalcinin
idaresini ikame edeceğini öngörmüştür. Bu durum BM Genel Kurulu kararları (UN
GA Res 2625 (XXV) 1970) ve BM Güvenlik Kurulu Kararları (UN SC Res 242 1967)
ile İsrail’in Filistin ülkesi topraklarını işgali meselesinde ortaya çıkmıştır.
·
GELENEKSEL ÜLKE KAZANMA YOLLARI İLE İLGİLİ SORUNLAR:
·
Terra nullius ülkenin işgal yolu
ile kazanılması artık büyük ihtimalle mümkün değildir. Bu yolla orijinal
mülkiyet hakkını kazanmış ve ülke sahibi olmuş devletler, bunu aktif idare ile
canlı tutmalıdırlar. Intertemporal
(zamanlararası) hukuk doktrini, Max Huber tarafından Palmas Adası davasında
(1928) söyle ifade edilmiştir: mülkiyetin, günümüz uluslararası hukuku ile
uyumlu olan uygulanma biçimleri ile canlı tutulması gerekir. Böylece sırf
mülkiyet hakkının iddiası tek başına yeterli olmaz; ayrıca aktif yönetim ile
icra edilmelidir.
·
Kazandırıcı zamanaşımı, özellikle mukabil mülkiyet
halen uygulama değeri taşır. Ama protesto edilirse geçerliliğini kaybeder.
·
Arazi kazanımı çok nadir olur ve önemi
fevkalade sınırlıdır.
·
Devir ise, orijinal sahipliliğin müphem hale
gelmesi ile geçersizliği iddia edilebilir veya olmaması gereken askeri etki ile
sorgulanır hale gelebilir.
·
Fetih ve ilhak, artık kuvvet kullanma yasağı
ile uluslararası hukukta meşruiyetini kaybetmiş bir yoldur.
·
Bu sorunlar şaşırtmamalı çünkü
Roma toprak hukukundan emperyalizmi meşrulaştırma kılıfı olarak ödünç alınan bu
yöntemler modern uluslararası hukuk ile uyumlu değildir. Ancak bunların tamamen
atıl ve kullanılmaz olduğunu söylemekte mümkün değildir. Pek çok ülkesel
uyuşmazlık izafi mülkiyet konusu olduğu için, bir ülke kazanma yolunun diğeri
ile çatıştığı bir mesele ile karşılaşmak pek mümkün değildir. Dolayısı ile,
geleneksel ülke kazanma yollarının çoğu modern problemleri çözmekte çok basit
kalırlar. Günümüzde özellikle UAD büyük ihtimalle önüne gelen uyuşmazlıklarda diğer
faktörleri de dikkate alır:
Tarihsel faktörler önemlidir. Özellikle uti
possidetis prensibinin uygulanmasında. (Burkina Faso v. Mali Davası Kararı
1986)
Coğrafi faktörler de önemlidir. (Örneğin
Anglo-Norveç Balıkçılık Davası 1969)
Ekonomik faktörler Balıkçılık Yetkisi
Davasında (1974) tartışılmıştır: deniz ülkesinin sınırlandırılması
uyuşmazlığında Divan İngiltere karşısında İzlanda’nın tercihli haklarını
tanımak eğilimi göstermiş ve bu devletin ekonomisinin balıkçılığa olan
bağımlılığını gözetmiştir.
Son olarak, belki de en çok,
bir ülkenin üzerinde yaşayan insanların kendi
geleceğini belirleme hakkını bir faktör olarak tanımak hususunda eğilim
göstermiştir. Nitekim, self-determinasyon Batı Sahara Davasında (1975) Divan
tarafından ülkesel uyuşmazlıkta ağırlıklı bir faktör olarak dikkate alınmıştır.
·
SONUÇ olarak, geleneksel ülke kazanma yolları
artık modern dünyada tamamen alakasız olmasa da, yeni yollar tarafından ikame
edilmiştir. Bu yeni yollar, özellikle mülkiyetin izafi niteliği karşısında ve
söz konusu insan toplulukları bakımından hakkaniyet ve nısfeti sağlamada ortaya
çıkan karmaşık sorunlara daha etkili çözümler sunar.