T.C. İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
2013-2014 Akademik Yılı Genel Devlet Teorisi – II
Bahar Yarıyıl Ara Sınavı Çözüm Önerileri 21 Nisan 2014
1.) 1789 Fransız Devriminin yıktığı 'eski
düzen'in (ancien régime) üç temel
özelliğini açıklayınız ve bunların yerine getirdiği liberal devrimi tanımlayan
üç temel ilke nedir?
Fransa'daki
eski düzen orta çağ toplumunun Roma Katolik Kilisesinin dini baskısı altında
şekillenmiştir.
Eski
düzenin üç temel özelliği, (i) dini itaat (biat etmek zorunluluğu), (ii) Aristokratik
imtiyazlar ve (iii) siyasi mutlakiyettir.
Dini itaat: Kutsal Roma Papalığı katolik hristiyan
inancına sahip toplumlar üzerinde baskı rejimi kurmuştu. Bu rejimin
yürütülmesinde Roma'daki Pontif'in emrindeki
Kilise ile monarşik devlet ortak tavır almış ve güçlerini birleştirmiştir. Öyle
ki Ortaçağ Avrupası ve Fransa'da siyasi ve dini otoriteler Roma Kilisesi
doktrinlerine itaati sağlamak üzere bir biat rejimi geliştirmişlerdi. Artık
kilise ve devleti, din ile siyaseti birbirinden ayırmak mümkün değildir.
Reformasyonu
takip eden yıllarda, Fransa'da protestanlar (Huguenot) ile katolikler arasında
çok kanlı mezhep savaşları yaşandı. 16. yy'ın sonunda yapılan (1598 Edict of
Nantes) uzlaşma 1685'de 14. Louis tarafından bütün süjelerin katolizme biat
etmelerini dayatması ile sona erdi. Bu tarihten devrime kadar katolik
kilisesine dini itaat bir devlet politikası olarak, açık ve özgür toplumun
önündeki en büyük engel oldu.
Aristokratik imtiyazlar: Eski düzenin bir başka ayağı
feodalizmin kalıntısı olan soylular idi. Bu bir aidiyet statüsü idi. Bireyin
ait olduğu sınıfı gösteriyordu. Aidiyet statüsüne dayanan bir toplum düzeninde,
kişinin toplumsal statüsü de sabit idi. Bunu alınyazısı olarak gösteren kaderci
din anlayışı kişiden mutlak itaat bekliyordu. Toprak sahibi ailelerin soyundan
gelen aristokrasinin Fransa'da derin bir geçmişi vardı. Aristokratlar eski
düzende imtiyazlara sahipti: En önemlisi, vergi muafiyeti idi. Bir diğeri,
hükümet, ordu ve kilisede en yüksek mevkilerde görev almak hakkıydı. Böylece
eski düzen kabiliyet ve gayretten çok aidiyet statüsünün hakim olduğu bir
imtiyaz düzeniydi ve bu eşitsizlik özellikle burjuva sınıfında büyük infial
yaratmaktaydı.
Siyasi mutlakiyet: İç mezhep savaşları ile siyasi
olarak parçalanan Fransa'da 14. Louis siyasi mutlakiyet en üst düzeye çıkarttı. Kralı hukukun üzerine
koydu. Her şey tahtın siyasi gücüne odaklandı. Üç meclis kapalı kaldı. Devlet
otoritesi münhasıran kralın eline geçti. Bu mutlak hükümranlıktı. Hiçbir alanda
muhalefet tanımadı. Öyle ki Louis, "devlet benim!" dedi.
1789
Fransız Devrimi, eski düzeni ortadan kaldırdı ve yerine Yurttaş ve Erkek
Hakları Bildirisi ile üç temel ilkeyi getirdi: eşitlik, özgürlük ve kardeşlik (dayanışma)
Bu
ilkelere dayanan, din ve devleti ayıran laikleşme
ve devletin cumhuriyetle
yönetilmesi devrimin modern dünyaya getirdiği en büyük kazanımlardır.
2.) Liberal devlet ve Marxist devlet
sistemlerinde özgürlük anlayışını karşılaştırınız
Liberal devlet teorisi, özünde bireye dayanır. Toplum,
devlet ve siyasi iktidar hep bireyin iradesi ile açıklanır. (örneğin: sosyal
sözleşme teorisi) Bireyler özgür ve eşit doğarlar; doğuştan sahip oldukları
temel hak ve özgürlükleri güvence altına alabilmek için, siyasi toplum düzenine
geçmişlerdir ve devleti kurmuşlardır. Devletin tek amacı bireydir ve bireyin
doğuştan sahip olduğu doğal hak ve özgürlükleri haksız saldırılardan
korumaktır. (Doğal Hukuk Doktrini) Böylece bireyin sadece özgür ve eşit doğması
değil ama yaşamını özgür ve eşit sürdürmesi gerekir. Liberal devlette özgürlük,
bireyin kendi iradesine göre yaşamını sürdürmesi ve kendi geleceğine hakim
olması anlamına gelir. Devletin görevi, bireyi özgürlüğünü kullanmakta serbest
bırakması, ona baskı yapmaması, özgürlüklerin yasal sınırlar içerisinde
kullanılmasına müdahale etmemesidir.
Marx'a göre ise, insan özgür doğmaz ama doğal yaşama
halinde, doğanın kölesidir ve tamamen ona tabidir. Doğaya hakim olan yasaları
keşfetmesi ve anlaması ile, kölelikten kurtulmaya başlar. Çünkü doğayı kendi
amaçları için kullanmaya başlar, ondan yararlanır.
Ancak
özel mülkiyetin gelişmesi ile, toprak sahipleri ile sahip olmayanlar arasında
sınıflara bölünmüş toplumlar ortaya çıkmıştır. Bu kez insanlar kendi sosyal ve
ekonomik şartlarının kölesi haline gelmiştir.
Sosyo-ekonomik
ilişkilerin karmaşık hale geldiği sınıflara bölünmüş kapitalist toplum
düzeninde bu köleleşmeyi, yabancılaşma
kavramı ile tanımlar. Yabancılaşan insan, kendisini özgür ve yaratma gücüne
sahip olarak doğaya hükmedebilen bir insan olarak görmeyen kişidir. Oysa insan
emeği ile, çalışarak doğayı etkileyebilmiş ve doğa güçlerine hükmederek,
yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamış ve doğa karşısında özgürleşmişti.
➜
Kapitalizmde
emekçi üretim araçlarına sahip olmadığı için, ürettiklerine de ekonomik olarak yabancılaşmıştır.
➜
Üretim
araçları üzerinde özel mülkiyete sahip olan kapitalist ile sahip olmayan işçi
arasındaki sınıfsal ayrım, kapitalisti insanı insan yapan emekten; işçiyi de
emeğinin yarattığı ürüne sahip olmak mahrum ederek, sosyal yabancılaşmaya iter.
➜
Sosyo-ekonomik
alt yapı ilişkilerindeki yozlaşma, üst yapı da bozar. Birbirine düşman iki
sınıfın toplumsal mücadelesinde üst yapı kurumu olan devlet ekonomik bakımdan
güçlü kapitalistin bir zorlama ve baskı aracı haline gelir ve siyasal yabancılaşmaya neden olur.
➜
Kapitalizm
safhasında, insan henüz tarihsel gelişimini tamamlamamıştır. Kendi gücünün ve
üstünlüğünün tam bilincine varamamıştır. Daha henüz neye kadir olduğunu tam
anlayamamış iken, kendi gücünü kendisinin dışında doğada görmüştür. Kendi
zayıflığı ve eksikliğini din inancı ile kapatmaya çalışmıştır. Kendi dışında
gördüğü tam anlayamadığı her şeyi, kendi yarattığı Tanrı imajı ile anlatmaya
çalışmıştır. Böylece kendi yarattığı, olması gereken mükemmel ve güçlü bir
Tanrı tasviri ile kendisini kandırmaya başlamıştır. Sonuçta Marx'a göre, din cehalettir, yozlaşmadır ve insanı
yabancılaştırır. Din, insanı Tanrıya kul yapan bir köleliktir.
Kapitalizmde
kölelikten kurtulmak ve özgürleşmek için, insanlar önce yaşama biçimlerini
belirleyen objektif koşulların bilincine varmalıdırlar ve ancak o zaman bu
koşulları değiştirerek sosyal determinizmin zincirini kırabilirler. Bu şekilde
gerçek özgürlük kazanılması gereken bir özgürlüktür. İnsan özgür doğmaz ama
özgürlüğü büyük mücadelelerin sonunda elde eder. Bu özgürlüğü engelleyen
şartların ortadan kaldırılması mücadelesidir. İnsan sosyal evrime hakim olan
yasayı öğrenmek ve kendi sosyal evrimine bilinçli olarak yol açmak suretiyle,
gerçek özgürlüğünü kazanacaktır.
Liberal
devlet ve Marxizm özgürlük anlayışı farklıdır:
Liberal devlette özgürlük soyut bir kavramdır. İnsanın
insan olması dolayısı ile özgürdür. Bu onun doğasının ayrılmaz bir parçası ve
doğal bir ayrıcalığıdır. Zaman ve mekanla bağlı değildir. Ekonomik, sosyal veya
siyasal koşullara tabi değildir.
Marxizm'de özgürlük somut bir kavramdır. Tarihsel
süreç içerisinde sosyo-ekonomik şartlar göz önüne alınarak değerlendirilir.
Sınıflara bölünmüş bir toplumda özgürlükler sömürülen sınıflar için içeriği
olmayan soyut bir kavramdır. Gerçek özgürlük ancak ve sadece sınıfsız bir
toplumda ortaya çıkabilir. Marxizm'de sınıfsız topluma ancak belli aşamalardan
sonra kavuşulur.
➜ İlk aşama proletarya diktatörlüğünde kapitalizmde
sömürülen emekçi sınıfın baskı, şiddet ve zor kullanması olduğu için, burjuva
için özgürlükten söz etmek mümkün değildir. Sadece emekçilerin özgürlüğü
sağlanır.
➜ İkinci safha
komünizmin alt aşaması olan sosyalizmdir.
Özgürlükler artık güvence altına alınmıştır. Ama bunlar sosyalist
özgürlüklerdir. Halen kapitalizmin tasfiye edilmesi için baskıcı tedbirler
alınır.
➜ Son aşama komünizmdir ve sınıfsız toplum
yaratılmıştır. Bu düzende insan bütün yozlaşmalardan kurtularak, doğa ve toplum
güçlerine hakim olurlar ve gerçek özgürlüğe kavuşurlar. Sınıfsız toplumda bütün
insanlar eşittir. Çünkü üretim araçları kollektiftir ve herkes eşit hakka
sahiptir.
3.) Liberal devlet ve Marxist devlet
sistemlerinde demokrasi anlayışını karşılaştırınız
Liberal devletin siyasi yönetim biçimi demokrasidir.
Demokrasi halkın kendisini yönetmesidir. Halkın siyasi yönetime katılmasıdır.
Bu katılımcı demokrasidir ve halk kendi seçtiği, kendisini temsil edenler
tarafından yönetilir. Halk için yönetenler, halkın adına, onun iyiliği ve
mutluluğunu sağlamak üzere yönetirler. Böylece özgür ve eşit doğan insanlar,
demokrasi ile kendi kaderlerine hakim oldukları bir düzen içerisinde, özgür ve
eşit yaşamaya devam ederler. Demokrasi, eşit ve özgür kişilerin kendilerini
yönetmesi ve kendi kaderine hakim olmasıdır.
Ancak
halkın çoğunluğunun iradesinin siyasi iktidarı belirlemesi, çoğunluğun baskı ve
zorlamasını getirebilir. (Çoğunluğun diktatörlüğü, John Stuart Mill) Siyasi
iktidara demokratik katılımın, oy vermek suretiyle yapılmış olması, azınlığın
ezilmemesi anlamına gelmez. Çoğunluğun tahakkümü de demokrasiye dayanabilir. Bu
tür bir çoğulcu demokrasi liberal devlet sistemi bağdaşmaz. Çünkü liberal
devlette çoğulcu demokratik siyasal temsil sistemi, ayrıca hukukun üstünlüğü,
kuvvetler ayrılığı, hukuki eşitlik, bireysel doğal hak ve özgürlüklere saygı
ile meşruiyetini sağlayabilir. Böyle bir siyasal demokrasi, sosyal ve ekonomik
demokrasi ile tamamlanmalıdır. Liberal devlette demokrasinin sosyo-ekonomik
boyutu, bireylere serbest rekabet piyasasında eşit fırsatlar sağlamaktır.
Böylece bireyler ekonomik gücün işleyişine katılacaklar, ekonomik iktidarda söz
sahibi olacaklar ve sosyo-ekonomik hayat demokrasi ilkesine uygun olarak
işleyecektir.
Marxizm ise,
liberal demokrasiyi içi boş ve şekilci olmakla eleştirir. Gerçek demokrasi,
ancak insanların gelişme ve bilinçlenme sonucu kazanacakları gerçek özgürlüğün
ve eşitliğin sağlandığı sınıfsız bir toplumun kurulması ile ortaya çıkacaktır.
Liberal devlet, hakim burjuva sınıfının baskı aracı olarak burjuva
diktatörlüğünü içerir. Sömürülen ezilen emekçi sınıfın özgürlüğü, istek ve
çıkarlarının korunmasını sağlayacak objektif sosyo-ekonomik şartları
oluşturamamıştır. Liberal demokrasinin dayandığı özgürlüklerin sömürülen geniş
emekçi sınıfı için gerçek bir anlamı ve somut bir içeriği yoktur. Bu sınıfa
toplumda kendi kaderini belirlemek için fırsat eşitliği tanınmamıştır. Liberal
demokraside temsili katılım bir aldatmacadır; sadece biçimseldir. Toplumdaki
sosyo-ekonomik alt ilişkiler, bir üst yapı kurumu olan siyasi düzeni de
belirler. Liberal düzende siyasi demokrasi, kapitalist sınıfın emekçi sınıf
üzerindeki hükümranlığını gizleme şeklidir. Gerçek demokrasinin oluşabilmesi
için, kapitalist düzen bir devrim ile yıkılmalıdır. Kapitalizmin sömürü düzeni
ortadan kalkması, kişinin yabancılaşmasını sona erdirecektir. Özgürlüğün
kazanılması gibi, gerçek demokrasinin de bir takım aşamalardan geçerek kurulması
gerekir
(i) Proletarya diktatörlüğü: Amacı,
kapitalizmdeki sömüren burjuva sınıfını tasfiye etmektir. Emekçi sınıf
tarafından komünizm için, elverişli şartlar hazırlanır. Siyasi yönetim çalışan
sınıfın tahakkümüne dayandığı için, kapitalist burjuva için demokrasi yoktur.
Sadece proletarya demokrasisi vardır. Bu da emekçi çoğunluğun ve fakirin
demokrasisidir. Yıkılan burjuva demokrasisine göre, daha iyi bir demokrasidir.
Ama gerçek bir demokrasi değildir.
(ii) Sosyalist devlet: aşamasında gerçek
demokrasiden söz edilebilir. Çünkü kişi bakımından tüm özgürlükler somuttur,
herkes tarafından kullanır. Sınıf baskısından kurtulan insanlar, gerçek
özgürlük içerisinde hem siyasi hem de sosyo-ekonomik olarak kendi kaderine
hakim duruma gelmiştir. Artık kapitalist düzenin çelişkisi yoktur. Herkes kendi
kendinin efendisi, geleceğinin belirleyicisidir. Siyasi görüş ve oy birliği
arandığı için, azınlığa baskı yapan çoğunluk yoktur.
(iii) Komünizm: Sosyalist devlet yerini
komünizme bırakır. Herkes yeteneği ve gücüne göre üretir, üretimden ihtiyacına
göre pay alır. Üretim bolluğu, üretim üzerindeki baskıyı ortadan kaldırır.
Artık ne baskı aracı olarak devletten, ne de yönetim biçimi olarak siyasi
demokrasiden söz edilmesine gerek vardır. Sosyo-ekonomik altyapı ilişkilerinin
mükemmelliği, üstyapı kurumlarına ihtiyacı ortadan kaldırır. Bu aşamada
özgürlük ve eşitlik tam olarak gerçekleşeceği için, bu anlamda demokrasiden söz
edilebilir.