T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
2012-2013 Akademik Yılı AVRUPA (KAMU) HUKUKU:
GÜZ Yarıyılı Ara Sınav Cevap Anahtarı 10 Kasım
2012
SORU 1: Avrupa Birliğinin tarihsel
gelişmesi ve anayasal temellerini açıklayınız.
Cevap
planı:
* Avrupa
Topluluklarının kökenini ana hatları ile belirtin ve gelişmesini evrimsel bir
süreç olarak inceleyin
* AB
nasıl kurulduğunu açıklayın
* Kurucu
andlaşmaları AB'nin anayasal temelleri olarak ana hatları ile inceleyin
* Lizbon
Andlaşmasının bu inceleme içerisindeki etkisini belirtin.
Avrupa Birliği, Avrupa’daki ulusların
arasındaki bir dizi hükümetler arası inisiyatifler sonucu doğmuştur. Bu hükümetler
arası politikalar bir takım andlaşmalar ile ifade edilmiştir. Söz konusu
andlaşmalar, bugün bildiğimiz Avrupa Birliğine otorite ve yetki veren yapıcı
blokları teşkil eder.
AB
örgütü 1950’lerde Schuman Planı ile
tarihsel evrimine başlamıştır. Robert Schuman, Fransa Dışişleri Bakanı, Almanya
ve Fransa’daki kömür ve çelik üretiminin, bu alandaki en önemli
kaynakların etkili üretimi ve dağıtımını temin etmek için bir araya
getirilmesini önermiştir. Almanya tarafından kabul gören bu teklife, Hollanda,
Belçika ve Luxemburg’un yanısıra İtalya katılmıştır.
· Altı devletin bir araya
gelerek imzaladığı ilk andlaşma, Avrupa
Kömür ve Çelik Topluluğunu kuran Andlaşma 1952 yılında yürürlüğe girmiştir:
Böylece kömür ve çelik üretimi bir araya getirilmiş ve İkinci Dünya savaşından
sonra bu alanın, kömür ve çelik ham maddelerinin etkili dağıtımı sağlanarak,
yeniden yapılandırılması amaçlanmıştır. Asıl amaç ise, Almanya’nın ağır sanayi
kaynaklarını kontrol ederek, bu devletler arasında yeni bir savaşın çıkmasını
önlemektir. Bu andlaşma altı devlet arasındaki işbirliği yolundaki ilk adım oldu.
· Savaşın hemen ardından
kurulan Benelux topluluğunun gümrük birliği, bu altı ülkenin savaş sonrası ekonomik
krizden kurtulmak için, ekonomilerinin fayda göreceği alanlarda işbirliğine
girmesi bakımından başarılı bir örnek oldu.
· Bu alanlardan bir tanesi,
nükleer enerjinin kullanılması idi. O devirde nükleer enerji, enerji üretiminin
geleceği olarak görülmüştü. Altı devlet 1957 yılında Roma’da Avrupa Enerji Topluluğunu kuran Andlaşmayı
(EURATOM) nükleer endüstrilerin hızla kurulması ve geliştirilmesini
sağlayacak şartları yaratmak için imzaladılar.
· Bir diğer alan ise,
ekonomik işbirliği idi. Yine 1957’de Roma’da bir ikinci andlaşmayı, Avrupa Ekonomik Topluluğunu kuran
Andlaşmayı, (AET Andlaşmasını) ekonomik bütünleşme ve işbirliğini sağlamak
için imzaladılar. Bu devletlerin amacı, ticareti ve ekonomik faaliyetlerin
akışını basitleştirerek, ekonomilerini güçlendirmekti. Böylece ekonomik
istikrar ile ticareti özendirerek, Topluluk içerisinde yaşayan ve çalışanların
yaşam standartının artacağı düşünüldü. Bunu sağlamak için oldukça geniş ve
ileriye yönelik hukuki hükümler ile malların, kişilerin ve sermayenin serbest
dolaşımına ilişkin bütün engellerin kaldırılmasını öngördüler. AET Andlaşması, özellikle
bu yeni kurulan ekonomik işbirliği alanında etki doğuracak ekonomik ve diğer
ilgili politikaların uyumunu öngörmüştür.
· Başlangıçta üç ayrı
andlaşma olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Andlaşması, Euratom ve AET
Andlaşmalarının her birinin kendine özgü kurumları, süreçleri ve usulleri
vardı. 1965’de imzalanan Birleşme (Füzyon)
Andlaşması, bu üç andlaşma altındaki parçalanmış yapılanmayı basitleştirmiş
ve kurumları ortak bir çatının altına almıştır. Böylece altı üye devlet topluca
Avrupa Ekonomik Toplulukları olarak anılmaya başlanmıştır.
· AET Andlaşması müteaddit
defalar Topluluğun bütünleşmesinin derinleşmesi ve genişlemesi için değiştirilmiş
ve yeni üyelerin katılımı ile bugünkü Avrupa Birliğine (AB) dönüşmüştür.
Değişiklikler yeni andlaşmalarla yapılmıştır. Her bir yeni andlaşma AET/AB
yetkilerini arttırmış ve genişletmiştir. Birleşme Andlaşmasından sonra yaşanan
durgunluk evresi, 1986’da Avrupa Tek
Senedi ile sona ermiştir. Amacı, belirlenen hedefleri yerine getirebilmek
için AET’yi oluşturan hukukun daha etkili ve verimli çalışmasını temin etmek idi.
· 1992 yılında Maastricht’de
Avrupa Birliği (AB) Andlaşması
imzalandı. AET Andlaşmasından, Ekonomik terimini atarak Avrupa Topluluğunu
Kuran Andlaşma başlığı ile Avrupa Birliğini yarattı. AB Andlaşması mevcut üç
kurucu andlaşmayı, AET, Euratom ve Avrupa Kömür ve Çelik Andlaşmalarını yeni
kurulan AB’nin içine kattı. Bunlar AB’nin ilk
sütununu oluşturdu. İki yeni sütun daha ihdas edildi. Bunlar AB’nin politika
alanlarını önemli ölçüde genişletti. İkinci
sütun, dışişleri ve güvenlik alanlarına ilişkin ortak politikalar yarattı. Üçüncü sütun ise, cezai alanlarda
işbirliğini öngördü. Her bir sütun içerisinde nasıl kararlar alındığı
hususunda ise, çok önemli farklılıklar ortaya çıktı: İlk sütun kurucu
andlaşmalar altında kurulan ulusüstü kurumlar tarafından düzenlenmeye devam
etti. Buna göre, AB kurumları üye devletlerin dışında, onlardan bağımsız olarak
davranmak ve hukuken bağlayıcı karar almak yetkileri ile donatılmıştır. İki ve üçüncü sütunlar ise, hükümetler arası
yönteme dayanır: kararlar hükümetler arası konferanslarda oybirliği ile alınan
andlaşmalar şeklindedir. AB kurumlarının, üye devletlerden bağımsız karar
vermek yetkisinin bulunmadığı alanlardır.
· 1997’de Amsterdam’da Amsterdam Andlaşması imzalandı. Bu
andlaşma ile, AB’nin yetki alanlarının kapsamı genişletildi ve bu yeni yetki
alanlarında ilgili AB kurumları ihdas edildi.
· 2000’de Nice’de Nice Andlaşması imzalandı ve 2003’de
yürürlüğe girdi. AB’nin 2004’deki büyük genişlemesini hazırladı. Nice
Andlaşması artan üye sayısı ile ortaya çıkan idari problemler ile başa çıkmak
için yeniden kurumsal yapılanma ihtiyacını öngördü. Ancak üye devletler teklif
edilen andlaşma taslağı üzerinde anlaşamadılar.
· Görüşmeler 2004 yılına
kadar devam etti ve Avrupa için bir
Anayasa İhdas Eden Andlaşmayı (Anayasa Andlaşması) imzaladılar. Daha önceki
andlaşma değişikliklerinde olduğu gibi onaylanma aşamasında, bu kez Fransa ve
Hollanda onay referandumlarında ve İngiltere ise, sonrasında Anayasa
Andlaşmasını red ettiler.
· Böylece yeni bir
andlaşmanın görüşülmesi gereği doğdu. Sonuç olarak Lizbon Andlaşması (Reform Andlaşması) 2007 yılında imzalandı ve 1
Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe girdi. Lizbon Andlaşması ile üç sütun yapılanması
resmen kalktı. Bütün politika alanları Avrupa Birliği başlığı altında
bütünleşti. Avrupa Topluluğu ortadan kalktı. Avrupa (Ekonomik) Topluluğu
Andlaşması, Avrupa Birliğinin İşleyişine
İlişkin Andlaşma (AB İşleyişi Andlaşması) adını aldı. AB Andlaşması ile birlikte, yeni madde numaraları ile Lizbon
Andlaşmasını oluşturdular. Temelde Anayasa Andlaşmasındaki anayasaya yapılan atıflar dışında aynı
hükümleri içerir.
· AB gelişmesi, örgütün
bütünleşmesi ve genişlemesi sonucu değişen ihtiyaç ve vizyonuyla uyum sağlayan
bir evrim süreci olarak devam etmektedir.
SORU 2: "Avrupa Birliğinin Kurumsal
Yapısı ve Kurumlarının yasama yetkisi Avrupa Birliğinin demokratik olmadığını
gösterir."
Bu beyanı paylaşıp paylaşmadığınız gerekçeleri ile açıklayınız.
Cevap
planı:
* Kısaca
Avrupa Birliğinin kurumsal yapısı ve kurumlarının yasama yetkisini açıklayın
*
Demokrasi için gerekli unsurlar nelerdir belirtiniz
*
Kurumsal yapının ne derece demokratik olduğunu tartışınız
* Yasama
sürecinin ne derece demokratik değerleri yansıttığını tartışınız.
Burada AB’nin örgütsel yapısı ve hukuk yapma usullerinin AB’ini
ne kadar demokratik yapıp yapmadığı tartışılmalıdır. Bu tartışma, i. AB’nin
kurumsal yapısının ana çizgileri ile açıklanmasını, ii. Her bir asli kuruma
verilen yasama yetkilerinin belirtilmesini, ve iii. Bunların demokratik yönetim
için gerekli unsurlar olarak değerlendirilmesini içerir.
· AB beş ana kurumdan
müteşekkildir. Bunların üçü karar alma yetkisi ile donatılmıştır.
Komisyon: her bir üye devletin
aday gösterdiği komiserlerden oluşur. 25 bin memur tarafından idari işlerinde
desteklenir. Yasama faaliyetlerinin başlatıcısı konumundadır.
Konsey: her bir üye devletin
ilgili bakanlarından oluşur. AB’nin temel yasama organıdır.
Avrupa Parlamentosu: AB’nin tek seçilmiş
(1979’den beri) organıdır. Yasama sürecinde, destekleyici rolü vardır.
Avrupa Konseyi: üye devletlerin devlet
veya hükümet başkanlarından oluşur. Lizbon Andlaşması ile resmi kurumsal
statüye kavuşmuştur.
AB Adalet Divanı: Birliğin politikalarının
şekillenmesinde ve Avrupa hukukunun uygulanmasında bunlara ek olarak önemli bir
rol oynar.
· Bu kurumsal yapısının
AB’ni demokratik yapıp yapmadığını değerlendirmek için, bunu öncelikle neye
karşı ölçmemiz gerektiğini anlamak lazımdır. Demokrasi, buradaki en genel anlamında, Birlik politikalarının yönü
ve hukuk ihdas etme gibi önemli meseleler hakkındaki kararların halk tarafından
alınmasını ifade eder. Ancak, bu düşünce çok ender olarak yasama tekliflerinin
referanduma konularak doğrudan halk tarafından karar verilmesi şeklinde olur.
Bu son durum, doğrudan demokrasidir ve sadece nispeten düşük nüfuslu küçük
coğrafyalarda pratik uygulama bulur. Mesela İsviçre kantonları gibi.
Çoğunlukla, demokrasi batı anlamında parlamenter demokrasi olarak görülür ve
vatandaşların dikkatle düzenlenmiş hukuk yapma yetkisine sahip olan
temsilcilerini seçmelerini içerir. Böylece burada sorulması gereken soru, acaba
AB vatandaşlarının AB kurumları hakkında ve Avrupa hukukunun yapılışı üzerinde
yeterli bir denetim ve gözetime sahip olup olmadığıdır.
· AB Kurumlarının üyelik bakımından daha demokratik bir
usul ve sürece tabi olmaları konusundaki tartışmalar: AB’nin doğrudan seçilmiş bir tek kurumu Avrupa Parlamentosudur. O halde, AB’nin
mevcut haliyle, AB vatandaşlarının istek ve ihtiyaçlarını gerektiği şekilde
etkili bir biçimde yansıttığını söyleyebilmek zordur. Diğer esaslı kurumlar
demokratik olarak, en azından doğrudan, seçilmemektedirler.
Tabi ki,
Konsey her bir üye devletin seçilmiş
bakanlarından oluşur. Bu haliyle, üye devletlerin kendi içerisindeki demokratik
sürece tabidir ve halkın demokratik usullerle seçilmiş iradesini temsiller.
Komiserler ise, üye devletlerin
hükümetleri tarafından aday gösterilirler. Hükümet tasarrufu olarak ulusal
incelemeye tabi olduğu düşünülür. Komisyon başkanı ve komisyonerler
seçimlerinde Avrupa Parlamentosuna karşı sorumludur. Avrupa Parlamentosu sadece
atanmalarını onaylamaz ama yazılı ve sözlü olarak ifadelerine de başvurabilir.
Örneğin Santer olayı ve Borroso olayı (2004)
· AB Kurumları arasındaki güç dengesi yarattığı demokratik
meşruiyet konusundaki tartışmalar: Demokratik bir örgütte, politikaların
belirlenmesinde ve hukuk yapılmasında en demokratik kurumların en yetkili olması
beklenir. Doğal olarak, en az demokratik olan kurumlar ise, en az yetkiye sahip
olmalıdır. Ancak AB’de böyle değildir: En az demokratik olan kurum Komisyon iken, en büyük yetkilere
sahiptir. Özellikle yasama sürecini başlatma ve büyük bir çoğunlukla tekliflerin
yapılmasında Komisyon yetkilidir. Hukuken uygulamada tamamen seçilmemiş ve
belli bir ölçüde hesap verme zorunluluğu olmayan kamu görevlilerinden oluşan
Komisyon AB’deki bütün yasama tekliflerinin tasarlanması ve kaleme alınmasından
sorumludur. Diğer kurumlar tarafından önerilmese de, bunları belli günden
maddeleri olarak ileri sürme gücü vardır.
Öte yandan, Avrupa
Parlamentosu seçilmiş bir parlamentodur. Ancak yasama sürecini başlatma
yetkisi yoktur.
Bir kez yasama teklifi yapıldığında, Konsey temel yasama organı olarak işlev görür. Bu Lizbon Andlaşması
öncesinde ve sonrasında hakim olan durumdur. Böylece, üye devletlerin menfaati,
AB vatantaşlarının bireysel menfaatlerinin üzerine konmuştur. Her yeni andlaşma
ile Avrupa Parlamentosu yeni bazı yasama yetkileri ve gücü kazanıyor olsa bile,
yasama sürecinde eşit bir ortak olmaktan çok uzaktadır. Lizbon Andlaşması
“eş-karar” usulünü esas yasama usulü yapmıştır. “Eş-karar” usulü Konsey ve
Avrupa Parlamentosunun ortak karar almasını öngörür. Ama Andlaşma pek çok temel
konularda buna istisnalar getirmiştir. Bu yüzden, Avrupa Parlamentosunun yasama
yetkilerinin bütün politika alanlarına genişlediğini söylemek mümkün olmadığı
gibi, Dış ilişkiler ve Güvenlik Politikasına giren meseleler gibi çok önemli
bazı alanlarda tamamen dışlanmıştır.
· AB kurumlarının işleyişinde şeffaflık ilkesinin olmaması: Nitekim, AB kurumları
çoğu faaliyetlerini kapalı kapılar arkasında yaparlar. Lizbon Andlaşması buna
karşı bazı önlemler getirmeye çalışmıştır: Komisyon ve Konsey toplantılarının
artık kamuya açık yapılması zorunluluğu gibi
· Konsey tarafından benimsenen oy verme usulü demokratik
bir niteliğe sahip olmadığı için eleştirilmiştir. Bazı konulardaki
kararlar oybirliği gerektirirken, diğerleri bakımından nitelikli oy çokluğu
uygulanır. Oybirliği, her bir üye devlete veto hakkını verir. Nitelikli oy
çokluğu ise, nüfusa dayalı üye tahsisi ile oy ağırlığı sistemi olarak, daha
küçük devletlerin lehine düzenlenmiştir. Lizbon Andlaşması ile getirilen
değişiklikler 2014 yılında yürülüğe girdiğinde, nitelikli oy çokluğunu daha
geniş alanlara genişletecektir.
· Demokratik olarak doğrudan seçilen ulusal parlamentoların
AB işleyişine katılmaması bir demokrasi zafiyeti olarak eleştirilmiştir. Bu eksiklik, AB’nin
yetki alanlarında yetki ikamesi ve orantılılık bakımından bir inceleme
yapılmaması sonucunu doğurmaktadır. Lizbon Andlaşması ulusal parlamentoların
katılımı ile yetki ikamesi ve orantılılık konularında iyileştirmeler
içermektedir.
· AB’nin demokratik olabilmesi için, Avrupa halklarının
yeterli oy temsilini sağlamalıdır. Ancak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy
verme oranı, son derece düşüktür. Çünkü üye devletlerin halkı AB’nin demokratik
olmadığı düşüncesi ile oy vermekten kaçınmaktadırlar.
· Sonuç olarak, AB çoğunlukla demokratik
olmayan bir örgüt olarak algılanır. Bunda yukarıda belirtilen kurumsal yapının temsili olmaması ve güçler
arasında dengesizlik kadar, ve çok daha önemli olarak, Avrupa seçimlerindeki
düşük oy verme sayısıdır. AB halkları arasındaki AB’deki demokratik eksikliğin
bulunduğu inancını yıkmak en büyük problemdir.
SORU 3: Avrupa Birliğinin İşleyişine
ilişkin Andlaşmanın 288. maddesi Topluluğun ikincil (tali) hukuki
tasarruflarını açıklar. Bu ikincil tasarrufların neler olduğunu, herbirinin niteliğini,
avantajları ve dezavantajlarını açıklayınız.
Cevap planı:
* İkincil
yasama tasarrularını çeşitlerini sıralayın ve bunların kullanılmalarını kısaca
açıklayın
*
Bunların herbirinin avantaj ve dezavantajlarını açıklayın
* Neden
değişik çeşit tasarruflar gerekli görülmüştür? Yorumlayın
* Mevcut sistem bir bütün olarak sizce
tatminkar mıdır? Yorumlayın
Burada ikincil yasama tasarrufları ve bunların AB hukuk
düzeni içerisindeki önemi tartışılmalıdır: bunun için, önce her bir tasarrufun
kısa bir tanımı ile bunların karakteri ve avantaj/dezavantajlarının neler
olduğu açıklanmalıdır.
· İkincil hukuki tasarruflar
kurucu andlaşmaları destekleyen ve AB’nin işleyişini temin etmek için gerekli
olan ayrıntıları uygulamada hayata geçiren işlemlerdir. Kurucu andlaşmalar,
ikincil tasarrufların işlev göreceği çerçeveyi sağlar. Değişik çeşitlerdeki
ikincil hukuki tasarruflar değişik işlev ve karaktere sahiptir.
· Tüzükler bir kez yürürlüğe girdiğinde, bütün devletler üzerinde
kendiliğinden derhal bağlayıcı bir etkiye sahip olur. Bunlar üye devletlerin
tamamında hukukun genel ve yeknesak uygulanmasının şart olduğu konu ve
alanlarda kullanılır. (geneldir + bütünlüğü içerisinde bağlayıcıdır + bütün üye
devletlere uygulanır)
· Yönergeler (direktif) üye devletlerin bir
hukuki tedbirin kesin uygulanmasına ilişkin belli bir derecede esnekliğe sahip
olmasına imkan veren hukuki tasarruflardır. Direktifler genellikle bütün üye
devletler üzerinde yerine getirilmesi gereken sonuçlar bakımından hukuken
bağlayıcıdır. (genel değildir + muhatabını bağlar + iç hukukta uygulanmasından
üye devlet sorumludur)
· Kararlar belli bir meseleye ilişkindir ve genellikle
muhatabı dar bir alanda tanımlanan üye devletler, özel ve tüzel kişilerdir. Sadece
muhatabı olan kişiler üzerinde bütünlüğü içerisinde bağlayıcıdır.
· Tavsiyeler ve görüşler ise, hukuken bağlayıcı
değildirler. İkna edici veya teşvik edici rol oynarlar. Bazen bir ikincil
tasarrufun dayanağını oluştururlar.
· İkincil yasama
tasarrufları arasında resmi bir hiyerarşi yoktur. Tüzükler, üye devletler bakımından, AB’nin kullanabileceği en sert
türde tasarruftur. Bütün üye devletler bakımından bağlayıcıdır. Bir bütün
olarak etki gösterir. Bu yüzden doğrudan bağlayıcıdır. Yani bir kez yürürlüğe
girdiğinde, üye devletler için hukuk olur. Tüzükler AB hukukunun yeknesak
olarak bütün üye devletlere uygulanmasını sağlar. Bundan maksat, AB hukukunun
birlik düzeyinde benzeri şekilde değil ama aynı şekilde uygulanmasıdır. Böylece
hukuk AB karakterini aynen korur.
· Direktifler daha bir esneklik içerir. Üye devletlerin
belli bir politik amacı yerine getirmesi istenir, Bu sonucu nasıl ve hangi
araçlarla başaracağı onlara bırakılmıştır. Ancak alınacak tedbirler, hukuken
bağlayıcı ve icra-i infazı kabil olmalıdır. Direktif bütün üye devletlerde aynı
hukuku yapmaz ama AB’nin politik amaçlarının bütün üye devletlerde yerine
getirilmesini sağlar. Direktifin düzenlediği alanlarda üye devlete kendi
tarihi, kültürü veya geleneklerini dikkate almasına imkan verir. Bu esneklik
avantajına karşı bir dezavantajı ise, istenilen politika amaçları hakkında
belirsizlik yaratabilir ve gereği gibi yerine getirilip getirilmediği tartışma
konusu olabilir. Ayrıca direktifler üye devletleri amaçları yerine getirmede
aktif hale getirir ve fiilen hukuki tedbirler almaya zorlar. Bu da her zaman
mümkün olmaya bilir. Parlamento gündeminin yoğunluğu veya muhalefet partileri
yüzünden...
· Kararlar ise, hususi bir meseleye ilişkindir. AB hukukunun ve
hukuki tedbirlerin üye devletlere ve bunların kurum ve kuruluşlarına
uygulanmasını temin eder. Kararlar muhatabı üzerinde bağlayıcı oldukları için,
çok özellikli, bazen karmaşık ve teknik sorunlara uygulanır, çünkü bunlara
genel bir çerçevede düzenleme yapılamaz. Direktifler hususi durumlardan
kaynaklanan hususi sorunlarla ilgilenir. Bu tarz dar bir bakış, kararların
gelecekteki geniş etkileri bakımından bir dezavantaj olabilir. Bu hususta
rekabet hukukunun uygulanmasına ilişkin kararlar.
· Tavsiyeler ve görüşler ise, politika araçları
olarak gelişim ve reform için etkili bir kullanıma sahiptir. Yumuşak hukuk
olarak görülür ve hükümsüzlük usullerine tabidir.
· Böylece AB’nin ikincil
yasama tasarrufları arasındaki farklılık, kurucu andlaşma hükümlerinin birliğin
gelişen ve değişen politika amaçlarına en uygun bir şekilde ayrıntılı hale
getirilmesine imkan tanır. Bu şekilde bir yandan, hukukun bazı temel
alanlarının AB karakteri korunurken; diğer yandan, aynı zamanda diğer alanlarda
üye devletlerin tarihi, kültürü ve ulusal hukuk sistemleri arasındaki
çeşitlilik gözetilmiş olur. Neticede değişik tipteki yasama tasarruflar değişik
roller oynar ve değişik amaçlara hizmet eder ama hepsi bir arada AB hukukunun
gerektiği gibi işlemesini sağlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder