19 Aralık 2012 Çarşamba

2012-3 ERÜ Hukuk Fakültesi AVRUPA KAMU HUKUKU Güz Arasınav Cevap Anahtarı


T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
2012-2013 Akademik Yılı AVRUPA (KAMU) HUKUKU:
GÜZ Yarıyılı Ara Sınav Cevap Anahtarı 10 Kasım 2012

SORU 1: Avrupa Birliğinin tarihsel gelişmesi ve anayasal temellerini açıklayınız.
Cevap planı:
* Avrupa Topluluklarının kökenini ana hatları ile belirtin ve gelişmesini evrimsel bir süreç olarak inceleyin
* AB nasıl kurulduğunu açıklayın
* Kurucu andlaşmaları AB'nin anayasal temelleri olarak ana hatları ile inceleyin
* Lizbon Andlaşmasının bu inceleme içerisindeki etkisini belirtin.

Avrupa Birliği, Avrupa’daki ulusların arasındaki bir dizi hükümetler arası inisiyatifler sonucu doğmuştur. Bu hükümetler arası politikalar bir takım andlaşmalar ile ifade edilmiştir. Söz konusu andlaşmalar, bugün bildiğimiz Avrupa Birliğine otorite ve yetki veren yapıcı blokları teşkil eder.
            AB örgütü 1950’lerde Schuman Planı ile tarihsel evrimine başlamıştır. Robert Schuman, Fransa Dışişleri Bakanı, Almanya ve Fransa’daki kömür ve çelik üretiminin, bu alandaki en önemli kaynakların etkili üretimi ve dağıtımını temin etmek için bir araya getirilmesini önermiştir. Almanya tarafından kabul gören bu teklife, Hollanda, Belçika ve Luxemburg’un yanısıra İtalya katılmıştır.
·      Altı devletin bir araya gelerek imzaladığı ilk andlaşma, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu kuran Andlaşma 1952 yılında yürürlüğe girmiştir: Böylece kömür ve çelik üretimi bir araya getirilmiş ve İkinci Dünya savaşından sonra bu alanın, kömür ve çelik ham maddelerinin etkili dağıtımı sağlanarak, yeniden yapılandırılması amaçlanmıştır. Asıl amaç ise, Almanya’nın ağır sanayi kaynaklarını kontrol ederek, bu devletler arasında yeni bir savaşın çıkmasını önlemektir. Bu andlaşma altı devlet arasındaki işbirliği yolundaki ilk adım oldu.
·      Savaşın hemen ardından kurulan Benelux topluluğunun gümrük birliği, bu altı ülkenin savaş sonrası ekonomik krizden kurtulmak için, ekonomilerinin fayda göreceği alanlarda işbirliğine girmesi bakımından başarılı bir örnek oldu.
·      Bu alanlardan bir tanesi, nükleer enerjinin kullanılması idi. O devirde nükleer enerji, enerji üretiminin geleceği olarak görülmüştü. Altı devlet 1957 yılında Roma’da Avrupa Enerji Topluluğunu kuran Andlaşmayı (EURATOM) nükleer endüstrilerin hızla kurulması ve geliştirilmesini sağlayacak şartları yaratmak için imzaladılar.
·      Bir diğer alan ise, ekonomik işbirliği idi. Yine 1957’de Roma’da bir ikinci andlaşmayı, Avrupa Ekonomik Topluluğunu kuran Andlaşmayı, (AET Andlaşmasını) ekonomik bütünleşme ve işbirliğini sağlamak için imzaladılar. Bu devletlerin amacı, ticareti ve ekonomik faaliyetlerin akışını basitleştirerek, ekonomilerini güçlendirmekti. Böylece ekonomik istikrar ile ticareti özendirerek, Topluluk içerisinde yaşayan ve çalışanların yaşam standartının artacağı düşünüldü. Bunu sağlamak için oldukça geniş ve ileriye yönelik hukuki hükümler ile malların, kişilerin ve sermayenin serbest dolaşımına ilişkin bütün engellerin kaldırılmasını öngördüler. AET Andlaşması, özellikle bu yeni kurulan ekonomik işbirliği alanında etki doğuracak ekonomik ve diğer ilgili politikaların uyumunu öngörmüştür.
·      Başlangıçta üç ayrı andlaşma olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Andlaşması, Euratom ve AET Andlaşmalarının her birinin kendine özgü kurumları, süreçleri ve usulleri vardı. 1965’de imzalanan Birleşme (Füzyon) Andlaşması, bu üç andlaşma altındaki parçalanmış yapılanmayı basitleştirmiş ve kurumları ortak bir çatının altına almıştır. Böylece altı üye devlet topluca Avrupa Ekonomik Toplulukları olarak anılmaya başlanmıştır.
·      AET Andlaşması müteaddit defalar Topluluğun bütünleşmesinin derinleşmesi ve genişlemesi için değiştirilmiş ve yeni üyelerin katılımı ile bugünkü Avrupa Birliğine (AB) dönüşmüştür. Değişiklikler yeni andlaşmalarla yapılmıştır. Her bir yeni andlaşma AET/AB yetkilerini arttırmış ve genişletmiştir. Birleşme Andlaşmasından sonra yaşanan durgunluk evresi, 1986’da Avrupa Tek Senedi ile sona ermiştir. Amacı, belirlenen hedefleri yerine getirebilmek için AET’yi oluşturan hukukun daha etkili ve verimli çalışmasını temin etmek idi.
·      1992 yılında Maastricht’de Avrupa Birliği (AB) Andlaşması imzalandı. AET Andlaşmasından, Ekonomik terimini atarak Avrupa Topluluğunu Kuran Andlaşma başlığı ile Avrupa Birliğini yarattı. AB Andlaşması mevcut üç kurucu andlaşmayı, AET, Euratom ve Avrupa Kömür ve Çelik Andlaşmalarını yeni kurulan AB’nin içine kattı. Bunlar AB’nin ilk sütununu oluşturdu. İki yeni sütun daha ihdas edildi. Bunlar AB’nin politika alanlarını önemli ölçüde genişletti. İkinci sütun, dışişleri ve güvenlik alanlarına ilişkin ortak politikalar yarattı. Üçüncü sütun ise, cezai alanlarda işbirliğini öngördü. Her bir sütun içerisinde nasıl kararlar alındığı hususunda ise, çok önemli farklılıklar ortaya çıktı: İlk sütun kurucu andlaşmalar altında kurulan ulusüstü kurumlar tarafından düzenlenmeye devam etti. Buna göre, AB kurumları üye devletlerin dışında, onlardan bağımsız olarak davranmak ve hukuken bağlayıcı karar almak yetkileri ile donatılmıştır.  İki ve üçüncü sütunlar ise, hükümetler arası yönteme dayanır: kararlar hükümetler arası konferanslarda oybirliği ile alınan andlaşmalar şeklindedir. AB kurumlarının, üye devletlerden bağımsız karar vermek yetkisinin bulunmadığı alanlardır.
·      1997’de Amsterdam’da Amsterdam Andlaşması imzalandı. Bu andlaşma ile, AB’nin yetki alanlarının kapsamı genişletildi ve bu yeni yetki alanlarında ilgili AB kurumları ihdas edildi.
·      2000’de Nice’de Nice Andlaşması imzalandı ve 2003’de yürürlüğe girdi. AB’nin 2004’deki büyük genişlemesini hazırladı. Nice Andlaşması artan üye sayısı ile ortaya çıkan idari problemler ile başa çıkmak için yeniden kurumsal yapılanma ihtiyacını öngördü. Ancak üye devletler teklif edilen andlaşma taslağı üzerinde anlaşamadılar.
·      Görüşmeler 2004 yılına kadar devam etti ve Avrupa için bir Anayasa İhdas Eden Andlaşmayı (Anayasa Andlaşması) imzaladılar. Daha önceki andlaşma değişikliklerinde olduğu gibi onaylanma aşamasında, bu kez Fransa ve Hollanda onay referandumlarında ve İngiltere ise, sonrasında Anayasa Andlaşmasını red ettiler.
·      Böylece yeni bir andlaşmanın görüşülmesi gereği doğdu. Sonuç olarak Lizbon Andlaşması (Reform Andlaşması) 2007 yılında imzalandı ve 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe girdi. Lizbon Andlaşması ile üç sütun yapılanması resmen kalktı. Bütün politika alanları Avrupa Birliği başlığı altında bütünleşti. Avrupa Topluluğu ortadan kalktı. Avrupa (Ekonomik) Topluluğu Andlaşması, Avrupa Birliğinin İşleyişine İlişkin Andlaşma (AB İşleyişi Andlaşması) adını aldı. AB Andlaşması ile birlikte, yeni madde numaraları ile Lizbon Andlaşmasını oluşturdular. Temelde Anayasa Andlaşmasındaki  anayasaya yapılan atıflar dışında aynı hükümleri içerir.
·      AB gelişmesi, örgütün bütünleşmesi ve genişlemesi sonucu değişen ihtiyaç ve vizyonuyla uyum sağlayan bir evrim süreci olarak devam etmektedir.

SORU 2: "Avrupa Birliğinin Kurumsal Yapısı ve Kurumlarının yasama yetkisi Avrupa Birliğinin demokratik olmadığını gösterir."
Bu beyanı paylaşıp paylaşmadığınız gerekçeleri ile açıklayınız.
Cevap planı:
* Kısaca Avrupa Birliğinin kurumsal yapısı ve kurumlarının yasama yetkisini açıklayın
* Demokrasi için gerekli unsurlar nelerdir belirtiniz
* Kurumsal yapının ne derece demokratik olduğunu tartışınız
* Yasama sürecinin ne derece demokratik değerleri yansıttığını tartışınız.

Burada AB’nin örgütsel yapısı ve hukuk yapma usullerinin AB’ini ne kadar demokratik yapıp yapmadığı tartışılmalıdır. Bu tartışma, i. AB’nin kurumsal yapısının ana çizgileri ile açıklanmasını, ii. Her bir asli kuruma verilen yasama yetkilerinin belirtilmesini, ve iii. Bunların demokratik yönetim için gerekli unsurlar olarak değerlendirilmesini içerir.
·      AB beş ana kurumdan müteşekkildir. Bunların üçü karar alma yetkisi ile donatılmıştır.
Komisyon: her bir üye devletin aday gösterdiği komiserlerden oluşur. 25 bin memur tarafından idari işlerinde desteklenir. Yasama faaliyetlerinin başlatıcısı konumundadır.
Konsey: her bir üye devletin ilgili bakanlarından oluşur. AB’nin temel yasama organıdır.
Avrupa Parlamentosu: AB’nin tek seçilmiş (1979’den beri) organıdır. Yasama sürecinde, destekleyici rolü vardır.
Avrupa Konseyi: üye devletlerin devlet veya hükümet başkanlarından oluşur. Lizbon Andlaşması ile resmi kurumsal statüye kavuşmuştur.
AB Adalet Divanı: Birliğin politikalarının şekillenmesinde ve Avrupa hukukunun uygulanmasında bunlara ek olarak önemli bir rol oynar.
·      Bu kurumsal yapısının AB’ni demokratik yapıp yapmadığını değerlendirmek için, bunu öncelikle neye karşı ölçmemiz gerektiğini anlamak lazımdır. Demokrasi, buradaki en genel anlamında, Birlik politikalarının yönü ve hukuk ihdas etme gibi önemli meseleler hakkındaki kararların halk tarafından alınmasını ifade eder. Ancak, bu düşünce çok ender olarak yasama tekliflerinin referanduma konularak doğrudan halk tarafından karar verilmesi şeklinde olur. Bu son durum, doğrudan demokrasidir ve sadece nispeten düşük nüfuslu küçük coğrafyalarda pratik uygulama bulur. Mesela İsviçre kantonları gibi. Çoğunlukla, demokrasi batı anlamında parlamenter demokrasi olarak görülür ve vatandaşların dikkatle düzenlenmiş hukuk yapma yetkisine sahip olan temsilcilerini seçmelerini içerir. Böylece burada sorulması gereken soru, acaba AB vatandaşlarının AB kurumları hakkında ve Avrupa hukukunun yapılışı üzerinde yeterli bir denetim ve gözetime sahip olup olmadığıdır.
·      AB Kurumlarının üyelik bakımından daha demokratik bir usul ve sürece tabi olmaları konusundaki tartışmalar:  AB’nin doğrudan seçilmiş bir tek kurumu Avrupa Parlamentosudur. O halde, AB’nin mevcut haliyle, AB vatandaşlarının istek ve ihtiyaçlarını gerektiği şekilde etkili bir biçimde yansıttığını söyleyebilmek zordur. Diğer esaslı kurumlar demokratik olarak, en azından doğrudan, seçilmemektedirler.
Tabi ki, Konsey her bir üye devletin seçilmiş bakanlarından oluşur. Bu haliyle, üye devletlerin kendi içerisindeki demokratik sürece tabidir ve halkın demokratik usullerle seçilmiş iradesini temsiller.
Komiserler ise, üye devletlerin hükümetleri tarafından aday gösterilirler. Hükümet tasarrufu olarak ulusal incelemeye tabi olduğu düşünülür. Komisyon başkanı ve komisyonerler seçimlerinde Avrupa Parlamentosuna karşı sorumludur. Avrupa Parlamentosu sadece atanmalarını onaylamaz ama yazılı ve sözlü olarak ifadelerine de başvurabilir. Örneğin Santer olayı ve Borroso olayı (2004)
·      AB Kurumları arasındaki güç dengesi yarattığı demokratik meşruiyet konusundaki tartışmalar: Demokratik bir örgütte, politikaların belirlenmesinde ve hukuk yapılmasında en demokratik kurumların en yetkili olması beklenir. Doğal olarak, en az demokratik olan kurumlar ise, en az yetkiye sahip olmalıdır. Ancak AB’de böyle değildir: En az demokratik olan kurum Komisyon iken, en büyük yetkilere sahiptir. Özellikle yasama sürecini başlatma ve büyük bir çoğunlukla tekliflerin yapılmasında Komisyon yetkilidir. Hukuken uygulamada tamamen seçilmemiş ve belli bir ölçüde hesap verme zorunluluğu olmayan kamu görevlilerinden oluşan Komisyon AB’deki bütün yasama tekliflerinin tasarlanması ve kaleme alınmasından sorumludur. Diğer kurumlar tarafından önerilmese de, bunları belli günden maddeleri olarak ileri sürme gücü vardır.
Öte yandan, Avrupa Parlamentosu seçilmiş bir parlamentodur. Ancak yasama sürecini başlatma yetkisi yoktur.
Bir kez yasama teklifi yapıldığında, Konsey temel yasama organı olarak işlev görür. Bu Lizbon Andlaşması öncesinde ve sonrasında hakim olan durumdur. Böylece, üye devletlerin menfaati, AB vatantaşlarının bireysel menfaatlerinin üzerine konmuştur. Her yeni andlaşma ile Avrupa Parlamentosu yeni bazı yasama yetkileri ve gücü kazanıyor olsa bile, yasama sürecinde eşit bir ortak olmaktan çok uzaktadır. Lizbon Andlaşması “eş-karar” usulünü esas yasama usulü yapmıştır. “Eş-karar” usulü Konsey ve Avrupa Parlamentosunun ortak karar almasını öngörür. Ama Andlaşma pek çok temel konularda buna istisnalar getirmiştir. Bu yüzden, Avrupa Parlamentosunun yasama yetkilerinin bütün politika alanlarına genişlediğini söylemek mümkün olmadığı gibi, Dış ilişkiler ve Güvenlik Politikasına giren meseleler gibi çok önemli bazı alanlarda tamamen dışlanmıştır.
·      AB kurumlarının işleyişinde şeffaflık ilkesinin olmaması: Nitekim, AB kurumları çoğu faaliyetlerini kapalı kapılar arkasında yaparlar. Lizbon Andlaşması buna karşı bazı önlemler getirmeye çalışmıştır: Komisyon ve Konsey toplantılarının artık kamuya açık yapılması zorunluluğu gibi
·      Konsey tarafından benimsenen oy verme usulü demokratik bir niteliğe sahip olmadığı için eleştirilmiştir. Bazı konulardaki kararlar oybirliği gerektirirken, diğerleri bakımından nitelikli oy çokluğu uygulanır. Oybirliği, her bir üye devlete veto hakkını verir. Nitelikli oy çokluğu ise, nüfusa dayalı üye tahsisi ile oy ağırlığı sistemi olarak, daha küçük devletlerin lehine düzenlenmiştir. Lizbon Andlaşması ile getirilen değişiklikler 2014 yılında yürülüğe girdiğinde, nitelikli oy çokluğunu daha geniş alanlara genişletecektir.
·      Demokratik olarak doğrudan seçilen ulusal parlamentoların AB işleyişine katılmaması bir demokrasi zafiyeti olarak eleştirilmiştir. Bu eksiklik, AB’nin yetki alanlarında yetki ikamesi ve orantılılık bakımından bir inceleme yapılmaması sonucunu doğurmaktadır. Lizbon Andlaşması ulusal parlamentoların katılımı ile yetki ikamesi ve orantılılık konularında iyileştirmeler içermektedir.
·      AB’nin demokratik olabilmesi için, Avrupa halklarının yeterli oy temsilini sağlamalıdır. Ancak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy verme oranı, son derece düşüktür. Çünkü üye devletlerin halkı AB’nin demokratik olmadığı düşüncesi ile oy vermekten kaçınmaktadırlar.
·      Sonuç olarak, AB çoğunlukla demokratik olmayan bir örgüt olarak algılanır. Bunda yukarıda belirtilen  kurumsal yapının temsili olmaması ve güçler arasında dengesizlik kadar, ve çok daha önemli olarak, Avrupa seçimlerindeki düşük oy verme sayısıdır. AB halkları arasındaki AB’deki demokratik eksikliğin bulunduğu inancını yıkmak en büyük problemdir.

SORU 3: Avrupa Birliğinin İşleyişine ilişkin Andlaşmanın 288. maddesi Topluluğun ikincil (tali) hukuki tasarruflarını açıklar. Bu ikincil tasarrufların neler olduğunu, herbirinin niteliğini, avantajları ve dezavantajlarını açıklayınız.
Cevap planı:
* İkincil yasama tasarrularını çeşitlerini sıralayın ve bunların kullanılmalarını kısaca açıklayın
* Bunların herbirinin avantaj ve dezavantajlarını açıklayın
* Neden değişik çeşit tasarruflar gerekli görülmüştür? Yorumlayın
* Mevcut sistem bir bütün olarak sizce tatminkar mıdır? Yorumlayın
Burada ikincil yasama tasarrufları ve bunların AB hukuk düzeni içerisindeki önemi tartışılmalıdır: bunun için, önce her bir tasarrufun kısa bir tanımı ile bunların karakteri ve avantaj/dezavantajlarının neler olduğu açıklanmalıdır.
·      İkincil hukuki tasarruflar kurucu andlaşmaları destekleyen ve AB’nin işleyişini temin etmek için gerekli olan ayrıntıları uygulamada hayata geçiren işlemlerdir. Kurucu andlaşmalar, ikincil tasarrufların işlev göreceği çerçeveyi sağlar. Değişik çeşitlerdeki ikincil hukuki tasarruflar değişik işlev ve karaktere sahiptir.
·      Tüzükler bir kez yürürlüğe girdiğinde, bütün devletler üzerinde kendiliğinden derhal bağlayıcı bir etkiye sahip olur. Bunlar üye devletlerin tamamında hukukun genel ve yeknesak uygulanmasının şart olduğu konu ve alanlarda kullanılır. (geneldir + bütünlüğü içerisinde bağlayıcıdır + bütün üye devletlere uygulanır)
·      Yönergeler (direktif) üye devletlerin bir hukuki tedbirin kesin uygulanmasına ilişkin belli bir derecede esnekliğe sahip olmasına imkan veren hukuki tasarruflardır. Direktifler genellikle bütün üye devletler üzerinde yerine getirilmesi gereken sonuçlar bakımından hukuken bağlayıcıdır. (genel değildir + muhatabını bağlar + iç hukukta uygulanmasından üye devlet sorumludur)
·      Kararlar belli bir meseleye ilişkindir ve genellikle muhatabı dar bir alanda tanımlanan üye devletler, özel ve tüzel kişilerdir. Sadece muhatabı olan kişiler üzerinde bütünlüğü içerisinde bağlayıcıdır.
·      Tavsiyeler ve görüşler ise, hukuken bağlayıcı değildirler. İkna edici veya teşvik edici rol oynarlar. Bazen bir ikincil tasarrufun dayanağını oluştururlar.
·      İkincil yasama tasarrufları arasında resmi bir hiyerarşi yoktur. Tüzükler, üye devletler bakımından, AB’nin kullanabileceği en sert türde tasarruftur. Bütün üye devletler bakımından bağlayıcıdır. Bir bütün olarak etki gösterir. Bu yüzden doğrudan bağlayıcıdır. Yani bir kez yürürlüğe girdiğinde, üye devletler için hukuk olur. Tüzükler AB hukukunun yeknesak olarak bütün üye devletlere uygulanmasını sağlar. Bundan maksat, AB hukukunun birlik düzeyinde benzeri şekilde değil ama aynı şekilde uygulanmasıdır. Böylece hukuk AB karakterini aynen korur.
·      Direktifler daha bir esneklik içerir. Üye devletlerin belli bir politik amacı yerine getirmesi istenir, Bu sonucu nasıl ve hangi araçlarla başaracağı onlara bırakılmıştır. Ancak alınacak tedbirler, hukuken bağlayıcı ve icra-i infazı kabil olmalıdır. Direktif bütün üye devletlerde aynı hukuku yapmaz ama AB’nin politik amaçlarının bütün üye devletlerde yerine getirilmesini sağlar. Direktifin düzenlediği alanlarda üye devlete kendi tarihi, kültürü veya geleneklerini dikkate almasına imkan verir. Bu esneklik avantajına karşı bir dezavantajı ise, istenilen politika amaçları hakkında belirsizlik yaratabilir ve gereği gibi yerine getirilip getirilmediği tartışma konusu olabilir. Ayrıca direktifler üye devletleri amaçları yerine getirmede aktif hale getirir ve fiilen hukuki tedbirler almaya zorlar. Bu da her zaman mümkün olmaya bilir. Parlamento gündeminin yoğunluğu veya muhalefet partileri yüzünden...
·      Kararlar ise, hususi bir meseleye ilişkindir. AB hukukunun ve hukuki tedbirlerin üye devletlere ve bunların kurum ve kuruluşlarına uygulanmasını temin eder. Kararlar muhatabı üzerinde bağlayıcı oldukları için, çok özellikli, bazen karmaşık ve teknik sorunlara uygulanır, çünkü bunlara genel bir çerçevede düzenleme yapılamaz. Direktifler hususi durumlardan kaynaklanan hususi sorunlarla ilgilenir. Bu tarz dar bir bakış, kararların gelecekteki geniş etkileri bakımından bir dezavantaj olabilir. Bu hususta rekabet hukukunun uygulanmasına ilişkin kararlar.
·      Tavsiyeler ve görüşler ise, politika araçları olarak gelişim ve reform için etkili bir kullanıma sahiptir. Yumuşak hukuk olarak görülür ve hükümsüzlük usullerine tabidir.
·      Böylece AB’nin ikincil yasama tasarrufları arasındaki farklılık, kurucu andlaşma hükümlerinin birliğin gelişen ve değişen politika amaçlarına en uygun bir şekilde ayrıntılı hale getirilmesine imkan tanır. Bu şekilde bir yandan, hukukun bazı temel alanlarının AB karakteri korunurken; diğer yandan, aynı zamanda diğer alanlarda üye devletlerin tarihi, kültürü ve ulusal hukuk sistemleri arasındaki çeşitlilik gözetilmiş olur. Neticede değişik tipteki yasama tasarruflar değişik roller oynar ve değişik amaçlara hizmet eder ama hepsi bir arada AB hukukunun gerektiği gibi işlemesini sağlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder