ERÜ HUKUK FAKÜLTESİ
2012-2013 Akademik Yılı Milletlerarası Kamu Hukuku – I:
Güz Semesteri Arasınavı Cevap Anahtarı 18 Kasım 2012
SORU 1:
"Divan bir kuralın teamül (örf ve adet) olabilmesi için, buna delalet eden
uygulamanın kural ile kesin, tam ve sıkı bir uyum içerisinde bulunması
gerektiğini düşünmemektedir. Teamül kurallarının varlığını çıkartabilmek için,
Divan devletlerin davranışlarının bu tür kurallar ile genelde tutarlı olması
lüzumunu yeterli görmektedir." Tartışınız.
BM
Uluslararası Adalet Divanı'nın Nikaragua
ve ABD arasında Nikaragua Ülkesinde ve Buna karşı Askeri ve Yarı Askeri
Faaliyetler Davası
(27 Haziran 1986) Kararından alıntı
Cevap Planı:
* Teamülün uluslararası hukukun kaynaklarından biri olarak tanımı
* Teamülün oluşmasında devletlerin uygulamasının anlam ve önemi
* Uluslararası teamül hukukunun açıklığa kavuşturulmasında UAD içtihatlarının
rolü ve bu içtihat hukukunda devlet uygulamalarının tanımlanması
* Israrlı itirazcı devletin rölü
* Teamül (örf ve adet)
uluslararası hukukun kaynaklarından biridir. Nitekim Uluslararası Adalet Divanı
(UAD) Statüsünün 38(1)(b). maddesi, ‘İşlevi kendisine sunulan uyuşmazlıklar hakkında uluslararası hukuka uygun olarak karar vermek olan Divan, uluslararası teamülü hukuk olarak kabul
edilen bir genel uygulamanın delili olarak uygulayacaktır’, der.
Uluslararası
teamülün tanımında iki unsur vardır: i.
genel uygulama ve ii. hukuk
olarak kabul edilen bir uygulama. Bunların ilki ‘devletlerin uygulaması’dır;
ikincisi ise, ‘opinio juris sive necessitatis’dir.
UAD’nin 1986
Nikaragua Kararından bu alıntı ‘devletlerin uygulaması’na ilişkindir. Buna
uluslararası teamül hukukunun tanımındaki objektif unsur veya maddi unsur denir
ve ‘hukuk olarak kabul edilen’ ifadesindeki subjektif unsur veya manevi
unsurdan farklıdır.
* Devletlerin uygulaması,
bir andlaşma veya sözleşme şeklinde tedvin edilmemiş olan uluslararası hukukta
bir hukuk kuralının veya prensibinin dayanağını teşkil eder. Bir devletin belli
bir meselede nasıl davrandığı diğer devletlerin benzeri bir meseledeki davranış
tarzı ile uyum içerisinde ise ve bu şekilde davranmak hususunda bir hukuki
zorunluluk hissettikleri için (opinio juris) böyle bir uygulama içerisine
girmişler ise, bu durum bir hukuk kuralının ortaya çıkmasına yol açabilir.
Devletin
uygulaması andlaşmalar ve diplomatik yazışmalar gibi fiziksel eylemler,
iddialar, beyanlar, ulusal hukuklar, ulusal yargı kararları ve ihmallerden
oluşur.
Burada ortaya
çıkan ilk sorun, ihmal veya
hareketsizliğin teamül hukukuna sebep olup olmayacağıdır. Buna devletin uygulamasının
niteliği (kalitesi) meselesi de denebilir. Bazı yazarlar sadece pozitif
eylem ve işlemlerin devletin uygulamasını oluşturacağını söylerken; diğer bazı
yazarlar ise, sesizlik veya hareketsizliğinde zımni kabul anlamına geleceğini
öne sürmüşlerdir, çünkü devletler çok ender açıkca bir kurala rıza (opino
juris) gösterirler.
Bir başka sorun
ise, nicelik meselesidir. Bu neyin
uluslararası teamül hukuku kuralı teşkil ettiğinin tespiti edilmesidir.
Divan’ın çeşitli davalarda Statü’deki tanımı açıklamaya ve genişletmeye yönelik
çabaları önemlidir.
Doktrinde
tartışılan devletlerin uygulamasının maddi (objektif) unsurlar olan,
uygulamanın i. süresi, ii. genelliği ve iii. tutarlığı ve yeknesaklığı
(uyumluluğu) arasındaki ilişkidir.
[Aslında Statü’deki bu belirsiz tanım,
Uluslararası Daimi Adalet Divanının 1927 tarihli Lotus-Bozkurt kararındaki
uluslararası teamül hukukunun, hukuk prensiplerinin ifadesi olarak genellikle
kabul edilen örf ve adet şeklinde tanımlanmasına dayanmaktadır. Savaş sonrası
UAD içtihatlarında bu tanıma iki unsuru, ‘devletin uygulaması’ ve ‘opinio juris’ olarak kesinlik
kazandırmaya çalışmıştır. Ne var ki, Divan kararları ne kadar ve ne tür bir
uygulamanın yeterli olacağı hususunda tutarlı değildir.]
Nikaragua
kararından alıntı içtihat hukukundaki bu bölünmeye işaret etmektedir. Böylece
nicelik meselesinde iki farklı görüş vardır:
1. Devletlerin uygulaması fiilen yeknesak (tekdüze) olmalıdır. (Bu görüş için bkz 1950 Kolombiya ile Peru arasındaki Sığınma
davası, 1951 İngiltere ile Norveç arasındaki Balıkçılık davası, 1974 İngiltere
ile İzlanda arasındaki Balıkcılık Yetkisi davası)
2. Uygulamanın yeknesak (tekdüze) olması gerekmez, genel olması
yeterlidir. (Bu görüş için bkz 1986 Nikaragua
kararı: genel olarak kuralla uyumlu olmak yeterlidir, kural ile tutarlı olmayan
münferit olaylar yeni bir kuralın oluşumunun işareti değil ama mevcut kuraldan
münferit sapmalardır.)
Bu ikinci görüş
münferit sapmalar yolu ile itiraz eden devletlere imkan tanımaktadır. Böylece
uygulamanın daha az devletlerden kaynaklanması mümkündür, özellikle böyle bir
uluslararası teamül hukukunun oluşumunda menfaate sahip olan devletlerin
(menfaatleri özellikle etkilenen devletler) uygulaması tutarlılık ve
yeknesaklığı tazmin eder.
* Uluslararası
içtihatlar hukuku kesin bir çözüm getirmemektedir:
1950 Sığınma
davası: başvurulan kuralının sözkonusu devletler tarafından uygulanan tutarlı
ve yeknesak bir örf ve adete uygun olması gerektiğini söylemiştir.
1951 Anglo-Norveç
Balıkçılık davası: teamülün tutarlı ve yeterince uzun bir uygulama ile
oluşabileceğini ifade etmiştir.
1969 Kuzey Denizi
Kıta Sahanlığı davası: menfaatleri özellikle etkilenen devletlerin
uygulamasınında dahil olduğu devlet uygulamalarının hem yaygın ve hem de fiilen
yeknesak olması gerektiğini kabul etmiştir.
1974 Balıkçılık
Yetkisi davası: devlet uygulamalarının ortak, tutarlı ve uyumlu olması
gerektiğini öngörmüştür.
1986 Nikaragua
kararı ise, bu ‘yerleşmiş, yaygın ve tutarlı uygulama’ formulünden ayrılarak,
daha genel bir tutarlılığı içeren genelleştirilmiş bir beyanı ileri sürmüştür.
Ancak 1996
tarihli Nükleer Silahların Hukuka Uygunluğu davasındaki tavsiye kararında UAD,
nükleer silahların hukuka aykırı olduğunu ilan eden yıllık genel Kurul
kararlarına itirazda bulunan nükleer silahlara sahip olan ufak sayıda azınlık devletlerinin
olması gerçeği, uluslararası teamül hukuku kuralının olmadığı sonucunu doğurur.
Bu da Divan’ın Sığınma ve Balıkçılık Yetkisi davalarındaki ‘devletlerin
uygulamasının uyumlu ve tezdüze olması’ gerektiği formülüne geri döndüğüne
işaret eder.
* Öte yandan Nikaragua
doktrini kabul edilecek olursa, bir başka tartışma bu uygulamaya itiraz eden devletler hususunda ortaya çıkar. Ancak
uluslararası teamül kuralına muhalefet eden devletin durumunu tanımlayabilmek
zordur. Eğer bir devlet uluslararası teamül hukuku kuralının oluşumuna
baştan beri itiraz etmişse, artık onun uygulanması ile bağlı değildir. Eğer
bir kural sonunda teamül statüsü kazanmışsa, başından beri sürekli ve ısrarla
itiraz eden devletler hariç, diğer bütün devletleri bağlayacaktır. 1951 Anglo-Norveç
Balıkçılık davasında, Norveç’in sahil çizgisi sınırlaması kurallarına ısrarla
itiraz etmesi buna örnek olarak gösterilir. Ama bunun için ısrarlı itirazcı
devletin, i. itirazı henüz kuralın oluşumu evresinin başından itibaren
yapılmalı, ii. açıkça yapılmalı, iii. tutarlı bir şekilde yapılmalıdır
ve iv. bu itirazın varlığını ispat etmek külfeti itirazcı devletin
üzerindedir.
SORU 2: 1996 yılında
İmperya'nın eski kolonisi olan Arkadya uzun bir ulusal kurtuluş mücadelesinden
sonra bağımsızlığını kazanmıştır. Arkadya'nın yeni dışişleri bakanı aşağıdaki
konularda hukuki görüşünüzü sormaktadır:
a. İmperya tarafından 1982'de
yapılan bir andaşma ile, Arkadya'nın koloni rejimi altında olan ülkesinin
önemli bir kısmı, komşu devlet Sindarya'ya Arkadya Kurtuluş Cephesi'ne karşı
askeri yardımda bulunması karşılığında devredilmiştir. Arkadya'nın, eğer varsa,
1982'de İmperya ve Sindarya arasında yapılan andaşma dolayısı ile yükümlülüğü
nedir?
b. Arkadya BM Uyuşmazlıkların Zorunlu Halli
Sözleşmesine taraf olmak istemektedir. Ancak Arkadya'nın bağımsızlığına ilişkin
meseleler hususunda İmperya ile ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkları hariç tutmak
için çekince koymak düşüncesindedir.
Cevap Planı:
a. Self-determination ve olaya uygulanması
b. Çekince, 1969 Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi ve Arkadya'nın İmperya'ya
halef olması yüzünden 1978 Viyana Devletlerin Andlaşmalara Halefiyeti
Sözleşmesi
a. Arkadya, İmperya’nın
eski kolonisidir ve halkı ulusal kurtuluş mücadelesi ile self-determinasyon
hakkını kullanarak kolonilikten kurtulmuş ve kendi siyasi geleceğini bağımsız
bir devlet olmak şeklinde belirlemiştir. Self-determinasyon hakkının
uluslararası hukukun bir amir kuralı (buyruk kuralı – jus cogens kuralı) olduğu tartışmalıdır ama kolonilik rejimlerinden
bağımsız kazanma kapsamında bir uluslararası hukuk prensibi olarak varlığında
görüş birliği vardır. [BM
Şartı 1(2). md ve 55. md; 1966 BM Insan Hakları Misakları; UAD 1971 Namibia
Tavsiye Kararı ve 1975 Batı Sahra Tavsiye Kararı vs…]
Self-determinasyon doktrini mevcut koloni
sınırları içerisindeki sömürge altındaki halkların bağımsızlıklarını
kazanmaları amacıyla önerilmiştir. O halde Arkadya’nın koloni rejimi altındaki
ülkesi topraklarını devreden İmperya ile Sindarya arasındaki bu 1982 Andlaşması
Arkadya halkının self-determinasyon hakkını ihlal eden bir görünümdedir. Çünkü
toprak devri karşılığında, Sindarya’dan Arkadya Ulusal Kurtuluş Cephesini
bastırmaya yönelik askeri yardım alınmıştır.
Öte yandan, anlaşma ile ülke devir işlemi
uluslararası hukuka aykırı değildir. (Özellikle self determinasyon hakkının bir
ifadesi olarak…) Ama burada durum farklıdır: Arkadya ülkesinin önemli bir
kısmı, bir koloni gücü olan İmperya tarafından, Arkadya nüfusunun rızası
alınmadan devredilmiştir.
Sonuç olarak, eğer self-determinasyon hakkı
koloni sömürüsünden bağımsızlığı kazanma kapsamında bir jus cogens kuralı
olarak kabul edilirse, o zaman 1982 Ülke Devri Andlaşması jus cogans kuralını
ihlal ettiği için hükümsüz sayılacaktır. Andlaşma yoklukla batıl
adledilmelidir.
b. Uluslararası hukukta
andlaşmalara çekince koymak mümkündür. 1969 Viyana Andlaşmalar Hukuku
Sözleşmesi (VAHS)çekinceyi tanımlamıştır: bir devlet beyanı ile, taraf olacağı
bir andlaşmanın kendine uygulanmasında, belli hükümlerin hukuki etkisini
değiştirebilir veya kaldırabilir.
UAD 1951 tarihli Soykırım Sözleşmesine
Çekinceler davasında, sözleşmenin konu ve amacıyla uyumlu çekinceler koyan bir
devletin sözleşmeye taraf olabileceğini öngörmüştür. Bu karara göre, hangi
çekincenin andlaşmanın konu ve amacına uygun sayılacağı her bir duruma
bağlıdır. Sonuçta çekince koyan bir devlet, bunu kabul eden bazı devletlerin
gözünde andlaşmanın tarafı olarak kalırken, kabul etmeyenler bakımından taraf
olmayacaktır. 1969 VAHS 19-21. maddeler Divan’nın Soykırım Sözleşmesi kararını
takip eden bir düzenlemeyi içerir.
Arkadya uluslararası hukukta İmperya’nın
ülkesine halef olarak görülecektir. Buradaki standart kural, yeni bağımsız
devletlerin eski egemen veya sömürgeci koloni güçleri tarafından kendileri
hesabına yapılan andlaşmaları ile bağlı olmayacaklarıdır (temiz bir sayfa ile başlangıç
prensibi). Bu ilke 1978 Devletin Andlaşmalara Halefiyeti hakkında
Viyana Sözleşmesinde benimsenmiştir. Ancak bunun sınırlar konusunda bir
istisnası vardır: yeni devletler eski ülkesel sınır andlaşmaları bağlı
olacaklardır (uti possidetis juris). (1978 Viyana Sözleşmesi 11 ve 12.
maddeler). Mevcut koloni sınırlarına saygı (uti possidetis) ilkesinin halkların
self-determinasyon hakkının ortaya çıkışından etkilenmediği kabul edilmiştir.
(Burkina Faso ile Mali arasındaki Sınır Uyuşmazlığı Davası 1986).
Eğer durum böyle ise, Arkadya’nın bir jus
cogens kuralı olarak self-determinasyon hakkına karşı yapılmış olan sınır
değişikliği andlaşmasının geçersiz olduğunu iddia etmekten başka gerekçesi
yoktur. (1969 VAHS 53 ve 64. maddeler) Bunun dışındaki arkadya’nın
bağımsızlığına ilişkin meseleler hususunda İmperya ile ortaya çıkabilecek
uyuşmazlar için çekince kullanması tavsiye edilebilir.
SORU 3: Aşağıdaki soruları cevaplayınız:
a. Uluslararası hukuk ile iç hukuk arasındaki teorik
ilişkiyi Monist (tekçi) ve Dualist (ikici) doktrinler açısından
açıklayınız.
b. Devletlerin tanınmasını kurucu ve açıklayıcı
(beyan edici) teoriler açısından açıklayınız.
Bu soruya
aşağıdaki ve diğer başka kaynaklardan verilebilecek bütün yanıtlar doğru olarak
değerlendilecektir:
a.
*Toluner, 1973: 81 vd (bu
konudaki en ayrıntılı inceleme); Aksar, 2012: 170 vd.; Pazarcı, 2011: 18 vd.;
Acer & Kaya, 2010: 18 vd.; Sur, 2006: 48 vd.; Ünal, 2005: 81 vd.; Gündüz,
2009: 151 vd.
b.
Aksar, 2012: 240 vd.; Pazarcı,
2011: 343; Acer & Kaya, 2010: 92 vd.; Sur, 2006: 118; Ünal, 2005: 96.
SORU 4: Uluslararası hukuk kişiliği nedir?
Aşağıdakilerin hangisi ne derece uluslararası hukuk kişisidir:
1. Filistin
2. Birleşmiş Milletler
3. Radovan Karadzic, Bosna'daki Sırp Devletinin eski başkanı
4. Amnesty International, uluslararası sivil toplum örgütü
Cevap Planı:
* Uluslararası hukuk kişisi fikrinin kısaca tartışılması
* Uluslararası hukuk düzeninde taraf olma nosyonunun anlamı nedir
* Sıralanan varlıkların uluslararası hukuk kişisi sayılıp sayılmayacağı ve
uluslararası hukuk düzenine ne derece katılabileceklerini tartışılması
Uluslararası hukuk kişisi, bir varlığın uluslararası
hukuk tarafından hukuk kapasitesi ile donatılmasıdır. Uluslararası hukuk kişisi
kavramı ile, uluslararası hukukta kişiliğe sahip olmak, uluslararası hukukun
yarattığı hak, borç ve yetkilerden yararlanmak, ve bunlara dayanarak
uluslararası alanda doğrudan ve dolayısıyla davranabilmek kapasitesidir. Hukuk
kişiliği, uluslararası mahkemeler önünde hukuki iddia ve taleplerde
bulunabilmenin bir gereğidir. Bu da uluslararası kişinin uluslararası hukukun
tarafı olmasıyla mümkündür. Brownlie (2008), bu kapasitelere yani hak,
yükümlülük ve yetkilere sahip olmaya muktedir olan ve teamül hukuku tarafından
tanınan bu tür varlıkların uluslararası hukukun kişileri olarak
tanımlanabileceğini söyler.
Uluslararası hukuktaki geleneksel görüş: uluslararası
hukukun temel kişisinin bağımsız devletler olduğunu kabul eder.
Bu görüş mamafih tartışmaya açıktır: özellikle bağımlı
devletler + devlet benzeri varlıklar + uluslararası örgütler + gerçek kişiler
bakımından…
1.
Filistin: Filistin Kurtuluş Örgütü, bir ulusal kurtuluş
hareketidir. Eski koloni altındaki halkın özgürlük mücadelesini temsiller.
1974'de gözlemci statüsünde BM davet edilmiştir. Başkanı Yasser Arafat, BM
Genel Kuruluna hitap etmiştir. BM Genel Kurulunun himayesinde uluslararası
konferanslara ve toplantılara resmi sıfat ile katılmıştır. 1988 den bu yana
BM'de kendisini ilgilendiren konular üzerindeki tartışmalara katılabilmektedir.
FKO, Filistin adı altında Filistin halkını temsil eder. Filistin devlete benzer
bir valıktır. En yakın örnek Danzig Serbest Şehri, uluslararasılaştırılmış
ülkeler (Kosovo, Doğu Timor)
Israel-FKÖ arasında Geçici Özerk Hükümet Düzenlemeleri
hakkındaki İlkelere ilişkin Beyanname, Filistin ülkesine devlete ithaf edilen
bazı nitelikleri vermiştir. Bu bakımdan, Filistinin bazı durumlarda sınırlı da
olsa uluslararası kişiliğe sahip olabileceğini söylemek mümkündür.
Filistinin Uluslararası Adalet Divanında görülen
tavsiye kararının konusu olan İşgal Altındaki Filistin Ülkesi Topraklarında Bir
Duvar İnşaatının Hukuki Sonuçları davasında temsilde bulunması ve delil
sunmasına müsaade edilmiştir. Yine BM Genel Kurulunda oy hakkı olmayan gözlemci
sandalyesine sahiptir. Yakın zamandaki olağanüstü bir gelişme ise, Gaza
ihtilafı sonrası Filistinin Uluslararası Ceza Mahkemesindeki cezai yargılamalar
için bir devlet olarak sayılıp sayılmaması konusudur.
2.
Birleşmiş Milletler: UADnın BM Hizmetinde Uğranılan Zararların Tamiri
Davasında (1949) tavsiye niteliğindeki kararı, BM uluslararası hukukta tazminat
talebinde bulunabilme kapasitesine ilişkindir. Divan BMin işlevsel koruma
ilkesi altında tazminat talep edebileceğini kabul etmiştir. Bunu BM in uluslararası
hukukun bir kişisi olmasının, hak ve borçlara sahip olabilme kapasitesinin
bulunduğu ve bu haklarını koruma kapasitesinin ona uluslararası iddia ve
taleplerde bulunma yetkisini verdiğini söylemiştir. Ancak bu yetkileri, kurucu
andlaşması olan şartta belirtilen hususi amaç ve işlevlerle sınırlıdır.
Dolayısı ile bir uluslararası örgütün hukuk kişiliği, onun kurucu belgesinde
açıkça veya zımnen belirtilen işlev ve yetkilerine bakarak ve bunların
uygulamasındaki gelişmeleri dikkate alınarak takdir edilmelidir.
[Uluslararası Hukumetlerarası örgütün hukuk kişiliğini
kazanması için
a. devletlerin sürekli birliğini temsil etmesi
b. belli amaçları yerine getirmek üzere yaratılmış
olması
c. idari organları olması
d. kendi üye devletlerinin egemenlik yetkilerinden bağımsız
bazı yetkileri icra edebilmesi
f. bu yetkilerin uluslararası seviyede uygulanabilir
olması gerekir ve münhasıran üye devletlerin ulusal sistemiyle sınırlı olmaması
gerekir.
Uluslararası örgütlerin hukuk kişiliğinin tesis
edilebilmesine mahsus faktörler:
a. ulusal hukuk sistemleri içerisindeki statüleri: BM
Şartı 104. md.
üye devletlerin hukuk sistemleri içerisinde hukuk
kişiliğine sahip olmalı ve bu statüden yararlanabilmeli
b. andlaşma akdetme yetkisi: üye olmayan devletlerle
andlaşma yapma yetkisi
c. uluslararası iddia ve taleplerde bulunma
kapasitesi: özellikle kurucu belgede uyuşmazlıkların halline ilişkin olarak
tahkim hükümleri
d. genel yetkiler: 1949 Tavsiye Kararında, Divan
örgütün bütün yetkilerini dikkate almış ve kendisine yüklenen görev ve
işlevleri yerine getirmek üzere kurucu andlaşma ile üye devletler tarafından
bahşedilen yetkilerin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini öne
sürmüştür.]
3. Radovan Karadzic: Bosna’daki sözde Sırp devletinin eski başkanıdır ve uluslararası
suçlardan ötürü Eski Yogoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından
yargılanmıştır. Buradaki soru, uluslararası hukukun bireylere bir uluslararası
mahkeme önünde uygulanabilir haklar ve yükümlülükler bahşedip bahşetmediği
sorusudur. Bu olasılık ilk kez UDAD tarafından 1928 Danzig Mahkemelerinin
Yetkisi Davasındaki tavsiye kararında tartışılmıştır. Ikinci Dünya Savaşından
sonra kurulan Nüremberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Mahkemelerinde
uluslararası suçlardan ötürü bireylerin cezai sorumluluğu olduğu düşüncesi ile,
gerçek kişiler yargılanmıştır. Bu ise, bireylerin uluslararası hukukun bir
tarafı olarak tanınmasına neden olmuştur. Uluslararsı hukuk ve gerçek kişiler
arasında kurulan bu doğrudan ilişkiye dayanarak, sadece insan hakları hukukunu
değil ama uluslararası ceza hukuku da gelişmiş ve bu kapsamda ad hoc
uluslararası ceza mahkemeleri kurulmuştur. Bireylerin insan hakları belgeleri
ile korunması kadar bunların ihlal edilmesinden de cezai sorumlukları vardır.
Böylece bireyler uluslararası hukukun hem konusu hem de tarafı olarak kabul
edilirler. Ancak uluslararası kişilik belli konu alanlarıyla sınırlıdir. Cezai
sorumluluk alanında Radovan Karadzic’e uluslararası hukuk uygulanmıştır.
4. Amnesty International: Uluslararası sivil toplumun bir parçası olarak, hükümetler dışı
bir örgüttür. Hükümetler arası bir sıfatı ve yetkisi yoktur. Ama bazı çok
istisnai durumlarda hükümetler düzeyindeki uluslararası resmi görüşmelerde
gözlemci olarak davet edilip, gayrı-resmi görüş sunmalarına izin verilmiştir.
Örneğin uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasına ilişkin Roma konferansına
gözlemci olarak katılmalarına izin verilmiştir. Ancak bunların uluslararası
kişiliği yoktur ve uluslararası yargı kurumları önünde konu olabilecek her
hangi bir uluslararası hak veya borçlara sahip değildirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder